Cumartesi

Kentler ve gözler 2

Zemrude kentine biçimini veren, ona bakan kişinin keyifli ya da keyifsiz olmasıdır. Kentten, burnun ıslığının arkasına takılmış, ıslık çalarken geçersen aşağıdan yukarıya tanırsın onu: pencere önleri, uçuşan perdeler, fıskiyeler. Eğer çenen göğsünde, tırnaklarını avuçlarına geçirmiş yürüyorsan bakışların yere, yok kenarında akan sulara, kanalizasyon kapaklarına, balık kılçıklarına, kağıtlara takılır kalır. Kentin hangi yanının diğerinden daha gerçek olduğunu bilemezsin, oysa yukarı Zemrude’yi en çok konuşanlar, her gün aynı sokakların aynı yerlerini geçip her sabah, bir önceki günün moral bozukluğunu duvar diplerine sıvanmış bularak, aşağı Zemrude’ye gitgide batarken onu hatılayanlardır. Er geç bir gün gelir hepimiz bakışlarımızı yağmur olukları boyunca yukarıdan aşağıya indiririz ve sokak taşlarından hiç ayıramayız bir daha. Bunun tersi de olmaz değil, ama daha seyrek;  bu yüzden Zemrude sokaklarını, artık yerin altına inen, kilerleri, temelleri, kuyuları bulup çıkaran gözlerle dolaşmayı sürdürürüz.

G.K./Calvino
Merhaba.
Birileri burada geziniyor, canı sıkılmış belli. Kim olduğunu da pek merak ettim laf aramızda.
Kendisine iyi geceler şarkısı.

http://youtu.be/CnQ8N1KacJc

-Bu girdi yakın zamanda kendini imha edecektir.
Sevgilerle.-
ben zaten yalnız ve mutsuz sandalye fotografları çekmeyi seviyorum
bu garibimin bir de kolu kanadı kırık
yazık

niye sevdiğimi bulduğum gün kişisel aydınlanma yaşayacağım.
tavşan dağa küsmüş,
dağın haberi yok.

dağ o arada yandı bitti kül oldu ama bunun konumuzla bir ilgisi yok.

zavallı tavşan.
Ben burada ölüm diyorum, o orada fotograf.
Hayat garip.

imza:kendinemüslüman
"Öykü hiç normal davranmıyorsun. Yani normal bir insan değilsin onu biliyoruz da... " dedi babam.

Biri anlatsın hemen, nedir bu normal?

Cuma

İnsanlar çok garip.
Gerçekten.
Anlamıyorum ki, hiç anlamıyorum.
Tam birini anladım diyorum, hop, aslında anlamamışım.
Hem herkes ayrı bir cins, hangi birini anlayasın ki.
Hem niye anlayasın?
Biri de hadi ben de şu kızı anlayayım diyor mu? Yok.
İnsanlar çok saçma.
Canımı yakıyorlar diye söylemiyorum. Gerçekten.
Evet canımı yakıyorlar ama o yüzden saçma değiller.
Saçma oldukları için canımı yakıyor olabilirler.
Gerçi bu kadar çoksa, belki de saçma olan benim.
Belki de ben otoyolda ters giden temel'im.
-Benim için bir şey yapar mısınız?
-Nedir?
-Benim için bir şey yapmayın.
Yeter.
Yeter yaptığınız.
Belli amaçlarınız uğruna, beni mutlu etmeye çalışmayın.
Gerçekten hiç gerek yok.
İyi böyle.
O kadar sıkıldım ki gelmelerinizden gitmelerinizden.
O kadar sıkıldım ki gözyaşlarıma eşlik eden gülüşlerinizden.
Gitseniz olur mu?
Lütfen.
Gidin başka yerde saçmalayın.

Tadilat nedeniyle uzun bir süre, kapalıyız.
Bugün seni anlattım.
Çok güzeldi.


there are tears in my eyes
love replaces fear

Perşembe


Belki de doğru şarkıyı paylaşmışımdır.

just smile all the time.
House bitti.
Bu günü de biri kedi 4 kişi ile konuşarak kapattım.
Kediye isim verdim. İsmi Limit. Aslında Üç olacaktı ama Limit oldu. Gerçi bir problem var, Limit diye seslenince bakmıyor, kaçıyor hatta. Biz de seslenmiyoruz.
Babam komşumuza bakın bizim kedimiz var, dedi. Adam cevap verdi: "Ha bu mu yedi sekiz tane var onlardan."
Limit biraz salak. Tek kusuru bu. Yarım saat kendi kuyruğunun etrafında dolaştı, sonra sıkılmasın diye ip uzattım, bir saat de onun etrafında dolaştı. O güldü mü bilmiyorum ama biz güldük.
Anneme sürahinin içine nane koyalım dedim. Fesleğen koymuş. Kalanını da yedik. Cips yiyecektim, son kullanma tarihi geçmiş, fesleğen yedim.
Mutlu olayım diye film izleyeyim dedim. Filmi bitirip depresyona girdim.
Bugün en azından bir kişiyi mutlu ettim. İnsanlar onları özlememe neden bu kadar şaşırıyorlar ki?
Bu su fazla limonlu ve fazla naneli ve fazla tarçınlı. Haklısın, uçlarda yaşıyorum.
Durup durup dizi izleme sayfasını açıyorum. Zaten bilgisayarımın açabildiği üç beş internet sitesinden biri. Sonra House'un bittiğini fark edip üzülüp kapatıyorum. Resmen ayrılık acısına benzer bir acı, bir depresyon halindeyim. Yaptığım da sürekli eski sevgilinin facebookunu yenilemekle eşdeğer hatta. Alıştığım şeylerin bitmesini sevmiyorum. Baştan mı başlasam? Neyse ki yalnızca "ara verdi."
Günlük dediğin deftere yazılır bilgisayara değil. Günlük dediğin kişiseldir herkes okumaz. Bu biraz saçma bir günlük oldu, ama günlük oldu yani blog yazısı değil. Neyse sağlık olsun.
Bu arada defterim bittiğinde her şey çok güzel olacaktı, defterim bitmedi.
Gidiyorum. Kahve yapacakmışım. Köpürdü köpürmedi stresi, ah taştı taşacak. Diyorum size, kahve yapabilecek kadar sabırlı bir insan değilim, hep erken alıyorum ocaktan, soğuk oluyor sonra.
Bence sen güzel kahve yaparsın. Bir gün yapsan da içsek.
Gidiyorum. Gittim.
Bay bay.
Bence yeterince yas tuttum.
Yas gibi değildi, başka bir şey gibi. Biten ekmek kadayıfının arkasından üzülmek gibi. Tamam, öyle değil. Daha çok sen çatalını bile daldırmamışken birinin gelip tatlı dolu tabağı önünden götürüvermesi gibi. Elde çatal ve şekersiz çayla kalakalmak... Ah evet tatlı harika olmuş, yok canım ben zaten rejimdeydim. İlahi, olur mu öyle şey? Gülüşmeler gülüşmeler... İnsan bazen çayı şekersiz sevdiğini bile unutabiliyor. Neyse ben soğumadan içeyim.
Ne diyorduk? Ekmek kadayıfı. Gecenin üçünde bendeniz tarafından 250 gram kadarı mideye indirildi. Hatta üstüne de yatıp uyuyacağım ki can olsun kan olsun yağ olsun selülit olsun. Değil mi? Sonra oturup TV8deki zayıflama programlarını izleyelim bütün gün. Of tamam, biliyorum konumuz ekmek kadayıfı değildi, ama söyler misin bahsedecek daha tatlı neyimiz var ki?
Ağdalı cümleler... Şerbet gibi, yapış yapış. Sen gittin gideli sürekli ellerimi ve saçlarımı yıkıyorum. Çıkmıyor. -çıkmayan ne- Kokunu hatırlamıyor oluşum  büyük şans. Neyse, ne diyordum? Gitmeler, gelmeler, yine gidip yine gelmeler... Yine gelme. Gitmek sözcüğünü bu kadar sevmeyip bu kadar çok giden var mıdır başka? Alışkın olmadığın belli. Usulca değil, her şeyi kırıp dökerek gittin. Al işte! Vazo kırıldı. Saksı yere düştü, toprağı dağıldı, çiçek paramparça. Beğendin mi yaptığını? O yerdeki halı en sevdiğimdi. Ah, en güzel elbisemi de ateşe vermişsin. Bunu nasıl becerdin? Haklısın, senin suçun yok. Yanan mumu niye ortada bırakırım ki? Hem kokulu mumlar kanserojen Öykü, bilmiyor musun? Saçmalama, tütsü de olmaz kızım odaha beter. -annemin sesi kulaklarımdan asla silinmeyecek- Peki ben vanilya kokusunu nasıl duyacağım anne?
Başlarken aklımda ne vardı, şimdi ne yazıyorum. Ne diyecektim ben? Hayır seninle konuşmuyorum. Lütfen bir sus, sus! Anladım. Neyi anladın? Bence sen bir dolaş. Git. Yine gelme.
Her şeyi geçtim de merak ettiğim şey şu: Ne zaman dinecek bu öfke? Yani ben ne zaman sakin ve huzurlu bir insan olacağım? Ne zaman hayaletinle savaşmayı bırakıp bisiklete bineceğim yeniden ve eski oyuncaklarımla oynayacağım? Ne zaman çiçek açan yazılar yazacağım ve ne zaman bir uçurumu değil de dalgaları ve bulutları ve hatta koyunları anımsatacak çizgilerim?
Gittin. Ben kaldım. O gelecek. O da gidecek. Ben kalacağım. Ben de gitmek istiyorum. Ağaçtan erik topladığımız ve akan suda yıkandığımız bir yere. Öyle bir su olacak ki, o suya karışıp biz de akacağız. Sonra, Paris'e gitmek istiyorum. O köşe başında resim yapan amca yaşıyorsa ve ben bunca yıl sonra yolu bulabilirsem eğer, bu sefer cesaretimi toplayıp onunla konuşacağım. -konuşmak için illa kelimelere gerek yoktur- Sonra ne bileyim, Küba'ya gitmek istiyorum, o kocaman şapkalardan takmak, Datça'ya gidip şarap içmek...

"unutmak mı?
delisin...
gitmesem de bekler orada deniz.
gelirsem, bilmelisin
benim beklememdir burada deniz.
gitmek gibi geleceğim
denizin delisine
delinin denizi gibi
o ne kadar giderse.."

Denize gitmek istiyorum. Taşsız, kumsuz bir denize. Taş toplamak istemiyorum, yüzmek istiyorum. Denizin içinde de gitmek gitmek gitmek... Ve denize karışmak sonra. Su olmak istiyorum.

Size gitmek sözcüğünü sevdiğimi söylemiş miydim?


Çarşamba

Kendime not: Gecenin üçünde 250 gram şerbetli tatlıyı mideye indirirsen göbeğinle dalga geçen insanlara kızmaya pek hakkın yok demektir. Öptüm bay.
iştebunusevdim.

gitmek güzel kelime.
ben severim.
sevmeyenler,
gitmeye bile cesaret edemeyenler...

this is the way you left me
i'm not pretending
no hope, no love, no glory
no happy ending

gitmeyi sevmiyorum gelmek daha güzel, demişti,
keşke en azından birini yapabiliyor olsaydı.
(B.A.'a teşekkürler.)

Pazar

Biz bugün çok kötü bir şey yaptık.
Aslında kötü olsun diye yapmadık. Onlar da mutlu olsun biz de mutlu olalım, çift taraflı rahata erelim diye yaptık, ama bence çok kötü oldu. Kötü şeyler olacak. Korkuyorum.
Kendimizde başkalarının huzurunu bozma hakkını nereden buluyoruz bilmiyorum. Bu hakkı kendimize ne sıfatla veriyoruz, onu da bilmiyorum. Üzülüyorum. Herkes gibi ben de oturup kendi çapımda üzülüyorum tabii. Bir şey yap desen, ay elim ay kaşım ay gözüm. Pek nazlısınız hanımefendi. Ya bir şey olursa? İyi de, ya onlara bir şey olursa?
Dışarıdan seslerini duyuyorum. Duyduğum en ince miyavlama bu. Hepsini toplayıp getirip yatağıma yatırsam, benim de evde son gecem olur, ertesi gün onların annesi bana da bakar mı acaba? Tamam saçmalıyorum. Nerede kaldı bu kedi? Gelip onları götürmeli. Bizden hayır yok. Gerçekten yok. Tek bildiğimiz kolinin başında annelerinin gelişini beklemek, hayvanları tutup ay ne tatlı diye sevmek. Ne duruyorsun, bir şey yap? Yok, malum, bahane çok.
Mutsuzum ve üzülüyorum. En çok elimden bir şey gelmediği için üzülüyorum. Üzülecek hiçbir şey kalmamış gibi dışarıda miyavlayan kedilere üzülüyorum.
Çok saçma gibi, aslında değil. En az bizim kadar gerçek. Farkında mısın?
Klişe ama bir o kadar da gerçek cümle, biz olmasak doğa kendi başının çaresine bakacak da, işte biz yine her şeyi mahvediyoruz.
Belki de yaptığımız şey o kadar kötü değildir. Sesler kesildi. Belki de anneleri onları daha güvenli bir yere taşımıştır. Kedilerden hoşlanmayan ev sahibinin yavruları tutup bir kolinin içine dolduramayacağı bir yere.
Yıldız kaysa, dilek tutsam. Annem kedileri sever mi?


nerede bir mum yansa şimdi,
nerede oynasa bir kedi,
birbirine yansıyor,karışıyor gölgeleri..
bugün dün gibi oluyor,
dün bugün gibi.
mum ellerimi tırmalıyor,
belleğimi yakıyor kedinin elleri.
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim

örneğin;

geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim

ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz

v.

kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz

bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz

vi.

haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz.

T.U.

"ağustos 22 dediler ustan ölmüş, çok gülünçsün azrail turgut uyar ölür mü?"

Cumartesi

"Güven aşkın doğasına aykırı."

siz bunu bir düşünün, ben geliyorum.

evde olmanın güzel yanları listesi no-3:
gecenin bir yarısı yataktan kalkıp mutfakta krem şanti yapıp sonra onu tabağa bile koymadan yiyebilirsiniz.
Yazmayacaktım.
Gerçekten.
İstemediğimden değil, anlatmaya harfler ve kelimeler yetmediğinden, hep ama hep, bir şeyler eksik kaldığından. Üç noktalara ve virgüllere böylesine muhtaç kaldığımdan ve ünlemleri hep kendime sakladığımdan.
Özlemeyecektim de aslında. Hem başarabiliyordum da. Gözden uzak, gönülden uzak'ı marş edinmiştim kendime, tekrarlayıp duruyordum. Meğer yalnızca at gözlüklerim varmış. Gittin sanmıştım, aslında hep ordaymışsın.
Kırılmayacaktım sonra, zaten daha fazla kırılacak yerim kalmamıştı. Kırıla kırıla unufak oldum, ardından ıslattılar hamur oldum, çektiler uzattılar yamulttular, şekilden şekle soktular. Bilirsin hamurlar kırılmaz. Kırılmayacaktım ben de. Hava sıcak, boğucu bir sıcak, fark etmeden kurumuşum. Esnekliğimi kaybetmişim. Çat! Oysa gerçekten kırılmayacaktım.
İnatçıydım bu sefer, sesini duyunca yumuşamayacaktım, üzüntülerimi kahkahaların arkasına saklamayacaktım. Döktüğüm gözyaşlarının hesabını soracaktım. Erimeyecektim, sağlam duracaktım. Aslında zaten, sesini özlemeyecektim, duyduğumda kalbim deli gibi atmaya başlamayacaktı, bildiğim tüm kelimeleri unutmayacaktım birden. Hayır, senin sesinden ibaret değildi dünya! Peki neden her şey bir anda yok oldu ve sen kaldın? Dur, bu kadar yaklaşma bana. Dur. Korkuyorum.
Konuşacaktım aslında, soracaktım, anlatacaktım. Tatlı bir ezgi dinler gibi, sesine sığınmayacaktım.
Ben aslında sevmeyecektim yeniden seni. Gerçekten. Nasıl oldu ne zaman oldu anlamadım.
Hayatımın kontrolü bütünüyle elimde değilse eğer, çıldırıyorum. İşin içine duygular girdiğinde, uykudan uyanıp kendimi bir okyanusun ortasında buluyorum.
Beraber yüzerken, hani ben seni bile göremiyorken, boğulacak olursam kurtarırsın değil mi diye sormuştum, hatırlıyor musun?
Boğulacak olursam kurtarırsın değil mi?
Nasıl telaşlısın ve nasıl korkuyorsun, hala. İnatla. Oysa bilsen, sandığın kadar zararlı değilim. Sürekli geri adım atmana gerek yok. Farkında değilsin, üstüne gelmiyorum aslında. Yalnızca aradaki mesafeyi sabit tutmaya çalışıyorum. Sen geri adım attıkça benim üstüne yürümem bundan. Dursan. Dursak. Dursak ve baksak. İlla birbirimize bakmak zorunda değiliz, yoldan geçen bir insana, gökyüzüne, mazgallardan akıp giden çamurlu suya, rüzgarda ters dönmüş şemsiyesini düzeltmeye çalışan şu kıza, gökyüzüne, denize, ya da yalnızca günebakanlara bakabiliriz. Mutluluğu gözlerimde bulmak zorunda değilsin. Farklı renklerde ve farklı seslerde bulduğumuz mutluluğu birbirimizle paylaşabiliriz belki, ya da ne bileyim, mutluluk olmasa da olur, hayata dair başka bir şey, mesela zeytin. Anlat, dinlerim, bilirsin gerçekten dinlerim; ama önce dur. Yerinde dur. Dur ve bana bak, bana bakarak konuş. Kaçma, gelmiyorum. Sakinleşmelisin. Sakinleşmelisin ki sakinleşelim. Yapılacak bir şey yok, ben bıraktım, sen de bıraksan ve rüzgar götürse. Ne bileyim, bir şey olsa, bunu ikimiz de yapmamış olsak, o şey çok anlamlı olsa. "Bir anlam gelse, ne varsa alsa gitse."

Cuma

72. kapanış konuşması
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.
Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.
Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.
Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.
Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz
insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.

Alıntıdır. Begüm Akın sayesinde fark edilmiştir. İyi ki de fark edilmiştir. Sorular cevaplayıp yeni sorular sordurmuştur.

 Kaynak için: http://www.afilifilintalar.com/afili-parcalar-madde-72-kapanis-konusmasi
Merhaba,
Seni artık sevmiyorum. Arkadaş olalım mı?
Evet bizde de işler böyle işliyordu zaten.

Hiçbir şeye üzülmüyorum da bana seni sorduklarında özlemle andığım ve sevgiyle anlattığım tüm hikayelerin yerini "Boşver anlatmaya değmez." cümlesinin almış olmasına üzülüyorum.
Sanırım bu da benim cezalandırma şeklim,
Seni değil, kendimi.

Hiç şarkı yazamadım, Bodrum gecesi yüzünden.
Bugün de hiçbir şey yapmadan bitti.
Dün ve ondan önceki gün gibi.
Her şey çok güzel ve çok parlak, ama berrak değil. Sana aklım ve kalbim artık aynı şehirde derken sanırım kendime yalan söylemişim. Farkında değildim. Duruyorum öylece. Aynı ekrana saatlerce bakabilir, aynı satırları saatlerce izleyebilirim. Hiçbir şey anlamadan... Aynı yerde kıpırdamadan saatlerce oturabilirim. Tuhaf bir şey bu. Durağanlıktan öte, durdurulmuşluk. Tutsakmışım gibi ama gitgide daha çok içine çekildiğim bir tutsaklık bu, gitgide kabullendiğim. Zamanla ve mekanla ilgisi yok. Peki ya neyle ilgisi var? Bilmiyorum, sen biliyor musun? Sen zaten ben ne söylersem söyleyeyim kendi düşündüklerine inanırsın.
Duruyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Hiçbir şey yapmamak kadar bağımlılık yapan bir şey var mı? Günden güne hiçbir şey yapmamayı seviyorum. Ben onu sevdikçe o her şeyin yerini alıyor. Her şey anlamsızlaşıyor. Konuştuğum insanlar, okuduğum kitaplar... Her şey boş ve öylesine. Bir sınır var, o sınırı geçene kadar her şey anlamsız. O sınırı geçince olacak, ne olacaksa. Ne olacağını bilmiyorum ama merak ediyorum. Duracak duracak duracak ve bum! Bir anda patlayacak.
Sonra her şey çok başka olacak.
Hep inandığımız ve pek olmadığı gibi.

Bu işi sevmiyorum.



Hala güzel bir şeyler varmış ve bugün güzel bi günmüş.
Fotograf dünyayı kurtarmaz ama bir fotograf dünyanı kurtarabilir. Birkaç dakikalığına bile olsa, o da bir şeydir.
Dünya Fotograf Günümüz kutlu olsun.
+Öykü napıyorsun?
-Hiçbir şey.
+Nasıl geçti günün bugün neler yaptın Manisa'da hayat nasıl bıdı bıdı?
-Hiçbir şey.
+(son çabalar)Yarınki planın nedir ? Yarın neler yapacaksın?
-Hiçbir şey.
+Peki o zaman.



don't feel like picking up my phone, so leave a message at the tone
cause today i swear i'm not doing anything

Pazartesi

Hani tabiri caizze eşşek kadar olup da yeşil zeytin ve siyah zeytinin aynı ağaçta yetiştiğini bilmeyen insanlar vardır ya, işte ben onlardan bir tanesini çok seviyorum.


yalnızlığı sevmiyorum
yalnız kim ola ki
kendim...
kendimin kendini sevmiyorum
kediler hariç...


Bir ara mezarına gidip şarap içmeli ve bir zamanlar var olmuş olduğuna sevinmeli.
Kuzguncuk'u, Nazım'ı ve günebakanları anmalı.
Giderken kalan şarabı mezar taşına dökmeli.
ve aklında şarabi eşkıyalar
ve sardunya.
ve ağıt.

Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?
"Kuşları sevmiyorum." demişti.
"Neden?" dedim.
"Özgürlüklerini kıskanıyorum. Uçabiliyorlar ve istedikleri her yere sıçabiliyorlar. Bundan büyük özgürlük var mı?"

Ne deseydim, haklıydı.
Benim küçük bir problemim var. Güzel şeylere fazla çabuk alışıyorum. Herkes böyledir demeyin, bu kadarı normal değil. Neye mi? Saatler süren huzurlu öğlen kahvaltılarına mesela, sucuklu yumurtaya ve kekikli domatese, gözlerinin içi gülen insanlara, sevmeye ve şımartılmaya, susmadan saatlerce konuşmaya, vişne şarabına, daha bir sürü şeye, çok çabuk alışıyorum.
Cihangir'de kaybolmaya, bakkala girip "Biz acıktık." diyebilmeye ve bir yabancıya tüm içtenliğinle gülümsemeye, çakı İsveç'te midir İsviçre'de mi derken Edirne'ye uzanan hayaller kurmaya ve düşlerimde siyah benekli kırmızı bir vosvosa atlayıp bulutların arasından uçmaya... En çok ama en çok sevginin tanımını herkesten güzel yapan o yabancıya.
Yalnızca birkaç saat önce tanımadığın birini özleyebilir misin, ya da bir daha hiç görmeyeceğin birini ve onu gökyüzüne yolladığın uçan balonu sever gibi sevebilir misin? Sahi, bildiğin şiirleri bir kez daha İstiklal'in ara sokaklarından birindeki o yabancıdan dinleyebilecek misin ya da birlikte Can Yücel'le aynı hislerle sövebilecek misiniz hayata?
Çok tuhaf bence, gerçek değilmiş de, rüya görmüşüm gibi. Bu cümle tehlikeli, bu cümleyi ne zaman kursam uyanıyorum. Aslında uykuyu çok severim ben, uykuyu, uyanmayı, uyandığını fark etmeden yeniden uyumayı ve yeniden uyanmayı.
Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, her şeyi birbiriyle karıştırıyorum. Hiçbir şey anlamadığınızın farkındayım, sanırım bunu çok da umursamıyorum. Güzel şeylere çabuk alıştığımı söylemiş miydim? Bitmesin ve gitmeyeyim istiyorum, ya da döndüğümde play tuşuna yeniden basayım ve bıraktığım yerden başlasın her şey. Olur mu ? Döndüğümde çok kitap okumuş olurum belki, göbeğim erimiş olur, belki çok akıllı ve mantıklı bir insan olmuş olurum ya da ne bileyim, nirvana'ya ulaşmış olurum. Belki de yalnızca bir şeylerin kıymetini anlamış olurum.
Biliyorum çok büyütüyorum bazı şeyleri ve geri kalanları çok küçümsüyorum. Oradan bakınca böyle göründüğünü biliyorum, gerçek resmi size asla gösteremeyeceğimi de. -Belki de öyle bir şey yoktur.- Anlamadığınızı biliyorum, sorun değil, ben de anlamıyorum bazen. Farkımız: Ben birazcık anlamaya çalışıyorum.
Her şeyi anlatmaya çalışıp hiçbir şey anlatamamak bu sanırım.
Merak etmeyin ben de anlamadım.
İzninizle.




Öykü

Pazar


Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu.
Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle?

Şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun...

   Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...”

"yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı."
"En büyük pişmanlığım, onda kalan kitabım..."

Cuma


Bu şarkı bir alarm sesinden çok daha fazlası.

-Bir kadeh daha ister misin?

Perşembe

Bitmiş aşkların en güzel yanı şarapla biten gecelerin sonunda yatağa uzaldığında, masal tadında anlatılabiliyor oluşudur ve evet zaten kış aylarında kitapçılar ısınmak içindir.

Biterek sonsuzluğa uzanan tüm aşklara selamla,


Salı

Kim demişti bunu? Sen anlatmıştın. Hani ikimiz de yaşanılanların üstüne sinirli, haksızlığa uğramış hissederken ve ağaçlı yola doğru hızlı hızlı yürürken... O zaman mıydı yoksa bütün konuşmalarımız gibi bu da mı birbirine karıştı? Sen söylemiştin de dank etmişti kafama, sanki öncesinde bilmiyormuşum gibi. Kafamı kumdan ilk kez o zaman çıkarmıştım. Neydi, aklına ilk gelen şey her zaman doğrudur muydu? Bu bir teknik resim sorusu muydu? Neydi?

"Edip Cansever'in Kirli Ağustos'u başladı. Herkes kendine daha fazla dikkat etsin. "

Huzurun sözlük tanımını unutmuş olabilirdim.

Pazartesi


kırıldı oyuncak, bitti oyun
inatla niye çağırıyorsun?
"Sanırım benim mutluluğumu, dirilişimi, yaşamının kutsal görevi haline getirmek, kolay yoldan kendini aklamak istiyordu. Oysa insanın bir başkasını küllerinden bile olsa yeniden yaratmak istemesi, sonsuz bir yetki üstlenmeyi, bir tanrı olmayı arzulamasıdır. Bu da onun acı çekmesini ya da ölmesini istemekten daha masum değildir.Belki de ben başkalarına yönelik her türlü dileği ancak bir saldırı olarak algılayabiliyordum. Korumak arzusu ile hükmetmek arzuu arasındaki sınırın nasıl çizilebileceğini bilmiyordum. Sonuçta, birisini var olmayan bir dünyaya inandırmak, hiç gelmeyecek bir mutluluğa hazırlamak, zavallı bir sokak köpeğini ömür boyu tekmeler, taşlar görecekken şefkate alıştırmak suçtur."

"Aşktan verebileceğinden fazlasını ummak budalalıktır Sergio."

Mucizevi Mandarin
Elimi çamura buladım.

Pazar

Başka hiçbir şey gibi değil
Yalnızca hiç gibi.

"biri vardı, o ilk ağlamayı bulup
herkesi güldüren.
sonra da bunu unutup
ağlarcasına gülen."

Cuma


kelimeler sokaklar ve evler
ne kadar da boş şeyler
sen gizlice ağlarken

biraz umut biraz sevgi
ne çok şey demek oysa.

Perşembe

"Cevap dört
 cevap masa da olabilirdi
 ama cevap dört."

B.A.

-Hepinizden nefret ediyorum!
-Neden?
-Dünyanın en huzurlu insanı bile insanlarla konuşuyor.

"Her şeyin sonsuza dek saklandığı bir hayat yaşamak istiyorum."

-Bugün ayın üçü mü?
-Üçü değil mi? Dördü mü?
-Ben ikisi sanıyordum.