Pazartesi

Mesela oturup saatlerce Bulutsuzluk Özlemi dinlemek istiyorum.

Dipnot: Bulutları severim.
+ Bak şimdi şöyle düşün. Salata nasıl yapılır? Bıçağı alırsın. Bilersin. Meyveleri doğrarsın. Salataya koyarsın.
- Salata? Meyve?
+ Bu meyve salatası.
Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin.
Sonuna nokta konan kelimelerde sen varsın.
"Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı yolcu yapan budur. Aldanmazsan, kapılmaz ve yanılmazsan varamazsın yolun gideceği yere. Yolculuğun gizi budur: Kaybetmezsen yolunu bulamazsın aslında.
Bir soru'n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru'nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir...
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.
Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık? Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri? Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?..
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir."

E.T.

Perşembe


parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
onu işitsen, yuvarlağı sende kalır

her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

nedensiz bir çocuk ağlaması bile
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.

Salı

Seninleyim.
Mutluluk kalbimde çözülmüş.
Ulaşamaz bana yanlış sesler.

Senleyim.
Rüyadan farksız.

Kaybolursam, şarkı söyle.
Bir insanı mutlu etmek için çok şeye gerek yok.
Bol yemek
Bol sevgi
Bol kahkaha
Muhteşem haftasonu.


Çıldırmak üzereyim.
Klişe cümlem.
Kafam çok dağınık.
Kafam çok karışık.
Biliyoruz, dediğinizi duyar gibiyim.
Ben de biliyorum.
Ne değişti?

Sahi, ben gittiğimden beri ne değişti?

Kötü bir huyum vardı benim seninleyken. Kurduğum her cümlenin sonunu seninle bitirirdim. Gelip bir anda koyduğun noktadan sonra, cümlelerime nokta koyamaz oldum uzun süre. Bitmek bilmeyen, anlamsız cümleler kurdum. Kelimeleri arka arkaya dizdim. Birine bir fiske attım, hepsi devrildi. Teker teker. Domino taşları gibi.

En son taş da yere düştükten sonra, kalkıp hepsini topladım.
Çöpe attım.

Saat 1
ödev 0.
Eğer Haylayf'ı çaya batırıp yerken üstündeki şekerlerin eridiğini fark ediyorsanız,  detaylara dikkat eden bir insan olduğunuz söylenebilir. Eğer şeker tanelerinin tamamının çözünüp çözünmediğini inceleyeyim derken yumuşamış bisküviyi üstünüze düşürüyorsanız Öykü'sünüzdür.
Acaba dünyanın egemeni siyahlar olsa melekler beyaz değil siyah olur muydu?
Kalem.
B.A.

Pazar

" Önemli bir uyarıda bulunacağım: Yolculukta, özellikle trende içtiğiniz içkinin temposunu, trenin sallantısına denk getirmeniz gerekiyor, yoksa uyuyamıyorsunuz. Gece gözlerimizi bir açtık ki, "şirin bir Anadolu kasabasındayız." Bozöyükmüş; Eskişehir'de bir yük treni raydan çıkmış da... Bozöyük olup olmadığı kesin değil ama istasyonda öyle yazıyor: İnandık! "

Perşembe

- Sabah kalkamıyorsan yataktan, böylesi bir dünyaya gözlerini açmak istemiyorsan, ne yaparsın? Devrime de çok var daha.
- En iyisi iki musluk pompası aldırıp birilerine kendinizi çektiriniz, çıkarttırınız yataktan. Ayaklarınızın altını spatulayla hafifçe kazısınlar, sonra çarşafta kalan izinizi ince bir telle iyice ovunuz. Çıkmışsınız demektir.
- "Meyhaneye gömün beni, gide gele yoruldum." diye bir şarkı var, biliyor musun?
- Var mısın birlikte intihara? İki kişi daha kolay olur.
- Varım ama nasıl?
- Ben derim ki, denize girip yürüyelim bitene kadar.
- Keskin toplumcularımız kızar. Yüksek sesle gülene bile kızıyorlar. Sonra intihar, zaten dünya görüşümüze uygun değil. Üçüncüsü: Ben üşüyünce çıkarım.
- İstersen bu işi güze erteleyelim. Başka katılanlar da olur belki. Bahar geliyor şunun şurasında.
- Bir de şu var tabii: Burada oturup durmamacasına bu havada konuşursak, sonunda ölürüz zaten.
- Sen mutlaka Fitzegerald'ı seviyorsundur.

Zaten biz tüm bu gülüşleri siz gözyaşına çevirin diye biriktirmiştik.

Salı

hatırlat-ma.
Samimiyetsizsiniz.
Aa, naber, dedi.

Kendimi iyi hissetmiyorum, dedim. Her şey çok bulanık. Önümü göremiyorum. Kendimi inandırmışım her şeyin istediğim gibi gittiğine, ama gitmiyor işte. Yapamıyorum. Olmuyor. Aslında derdim ne bilmiyorum. Bilmediğim için sana da anlatamam. Aslında kimseye anlatamam. İyi değilim. Anlamıyorum. Hiçbirinizi anlamıyorum. Sizi anlamadan kendimi anlayabilir miyim? Kendimi anlamam için sizi de anlamam şart mı? Yapamıyorum. Konuşamıyorum. Yazamıyorum. Midem bulanıyor. Her şey çok bulanık. Midem de. İstemiyorum, artık oynamak istemiyorum. Yalnızca kaçıp gitmek istiyorum. Saklanmak değil arkama bakmadan koşmak istiyorum. Midem bulanıyor. Uyursam geçer mi? Yastık bile cam kırıklarıyla dolu. Her şey kırıldı. Kırılmadık bir şey kalmadı. Yere çarptı. Parçalandı. Yer kırılmaz. O sağlam. O güçlü.

Yazasın gelmiş senin, dedi.

Gidesim geldi.
I can't believe you, if i can't hear you.

Pazartesi

"İkinci bir kişiyle olduğunda, yazıldığından daha da ıssız duyar kendini. Çünkü bu ikinci kişinin, ona ulaşma çabalarına ve onu ele geçirmesine ister istemez boyun eğmek zorundadır. Oysa yalnızlığında, tüm insanlığın etkisine açıktır, Ulanan sayısız ellerin birbirine dolaşmışlığı nedeniyle, ona kimse erişemez."

Franz Kafka / Günlükler
Cebimde sana söylemek istediklerimi arkasına saklayabileceğim başka gündelik cümle kalmadı.
Hepsini tükettim.

O yüzden, susuyorum.
Kafam çok dağınık.
Bunu bana neden yapıyorsun?

Alışmamalıyım.
Alışamıyorum zaten.
Her seferinde onlarca soruyla boğulmamalıyım da.
Seni de boğmamalıyım.
Yapılmaması gerekenler listesi
o kadar kabarık ki.
Susmamalıyım mesela, ama çok da konuşmamalıyım.
Bu kadar çok soru sormamalıyım.
Bu kadar çok düşünmemeliyim.
Bu kadar çok istememeliyim.

Kendime bunu yapmamalıyım.

Bana bunu yapmamalısın.

Yapılmaması gerekenler listesi o kadar kabarık ki.

Pazar

"cutting tool" demişken.

Bu şarkı bu gece de tüm ertelemelerime gelsin.
taş
kağıt
MAKAS.
-Zargan'da arama çubuğuna "ödev" yazdım.
+Hayat senin için çok zor Öykü.
banyo diyalogları*

-naptın?
+ellerimi yıkayacağım.
-onu demiyorum. ödevini naptın?
+haa. ödevimle ilgili olarak, odamı topladım. yatağımı topladım. çamaşır attım. kalemlerimi düzenledim. masamı sildim.
-başlamadın yani?
+yok.

Cumartesi

Tuhaf şeyler oluyor.

Bütün bunlara bu kadar şaşıran, bir tek ben miyim?
Bir film izliyorum.
Perdeden içeri dalıp o zamana gitmek istiyorum.
Kocaman tekerlekli arabalara binmek ve dans etmek...
Oturup Hemingway ile sohbet etmek.
Film bitiyor.
Işıklar yanıyor.
Geçiyor.
Bir filmin kendisi bu kadar sıkıntılıyken müzikleri ancak bu kadar mutluluk verici olabilir. Evet ben buna takıldım.

Pazar

aslında bütün saçmalamalarım
bütün bu halsizlik
karın ağrısı
mide bulantısı
baş dönmesi
antibiyotiktenmiş.

üstüne alınma.



















adam yine haklı beyler.
ben yine de gidip yatayım.
sabah erken kalkıp tekrar yatarım.
la la la la la la lalalaaa

bazı şarkılar kahkahaları bir başlık altında toplar
özgürleştirir
hayat enerjisi verir.

birlikte kahkaha atmak güzeldir.



you're just too good to be true
can't take my eyes off of you

Cumartesi

bu tabakta anlatılacak çok hikaye var.
  Hem odam dağınık, hem düşüncelerim. Bu sefer o kadar çabuk oldu ki, hangisi daha önce dağıldı, yine kestiremedim. Birini toplamak diğerinin toplanmasına yardım edecekse eğer sanırım bir süre daha dağınık kalacak. Zaten bugünlerde soru işaretleriyle pek samimiyiz. Geceleri başıma üşüşüyorlar. Başım ağrıyor. Ateşim var. Başımın ağrısı geçsin diye uyuyorum, sanırım başım çok uyuduğum için ağrıyor.
  Pek bir şey yapmıyorum bugünlerde, yalnızca uyuyorum.
  Uyumak beni yenilemiyor, aksine eskitiyormuş gibi.
  Telefon sesiyle uyanıyorum.
  Hala ateşim var.
  Meşgule alıp uyumaya devam ediyorum.
  Her seferinde tekrarlıyorum bunu. Telefonumu kapatmak aklımın ucundan bile geçmiyor. O çalıyor. Ben meşgule alıyorum. Uyumaya devam ediyorum. Başım ağrıyor. Uyuyamıyorum.
  Kalkıp bir şeyler yemeye karar veriyorum. Annem yok. Annem yanımda olmadığı için üzülüyorum. Kilometrelerce uzaklara, sitemlerimi yolluyorum.
  Düşünüyorum bu arada. Aslında düşünemiyorum. Düşünmeye nereden başlayacağımı bilmiyorum. Kafam karışıyor. Düşünmekten vazgeçiyorum. Odamdaki dağınıklığa birkaç parça eşya daha ekleyip, yatağıma giriyorum.
  Uyuyorum.
  Arada gözümü açtığımda bu kadar çok uyuyabiliyor olmama şaşırıyorum.
  Telefon sesiyle uyanıyorum. Çıkıp insan içine karışmaya karar veriyorum. Sanki biri ensemden yakalamış da beni zorluyormuş gibi, alelacele giyinip sokağa fırlıyorum.
  İnsanlar akıyor İstiklal'de. Hiçbir şey olmamış gibi değil, hiçbir şey yokmuş gibi akıyor. Ben bakıyorum. Kendimi kalabalığa bırakıyorum. Tanıdık yüzler görüyorum. Gülümsüyorum.
 
  Bugün fark ettim ki, insan zorla gülümsediğinde dudaklarının kenarları acıyor.


ne gülüyorsun, anlatılan senin hikayen.
  -  altın rengi
     dokundum altın oldu
     masla gibi:)
     masal*
  + oley
     touch me
  -  altın mı olmak istersin
     üstün mü?

film sonrası, kafalar güzel tabii.
Şu anda pek azını tanıdığım pek çok insan 1920'lerin Paris'ine dönmek istiyor.
Bense yalnızca yağmur yağsın istiyorum.

kör taklidi yapıyorum, tıpkı ağaçlar gibi.

       bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi
       bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir.

Cuma

seni aramamak için

beş saat uyudum
kahve içtim
dizi izledim
telefonumu kapatıp çöp kutusuna attım
başladığım kitabı bitirdim
yabancılaşma hakkında bir makale okudum
telefonu çöp kutusundan çıkardım
tanıdığım herkesi aradım
yeni üç kitaba başladım
üçünü de yarım bıraktım
ateşim çıktı
ateş düşürücü bulamadım, nane likörü içtim
kahve içtim
fal baktırdım
fala sinirlendim
fotograf çektim
çektiğim fotografları sildim
oje sürdüm
sonra ojeyi sildim
dergi karıştırdım
bu yazıyı ona okutmalıyım, diye not alıp derginin kapağını kapattım
kalemlerimi düzenledim
tüm kalemlerimi aynı kutuya boşalttım
midem bulandı
ilaç içtim
masaya su döktüm
ıslanınca dağılmış kelimeler bana kendimi hatırlattı
fotograflarını çektim
saçma buldum sildim
birkaç kişiyle konuştum
birkaç kişiye sustum
bıraktığım kitaplardan birini elime aldım
bıraktım
çıkıp dolaştım
koridorda on tur attım
hala ateşim vardı
bu sefer ateş düşürücü içtim
düşmedi
kendime kızdım
diyete başlamaya karar verdim
elim değmişken, düzenli ders çalışmaya da karar verdim
eski fotograflara baktım
birkaçını sildim
film izledim
filmi izlemedim
uyudum.
mutsuzluğun fotografını çekemem.
çekebilseydim eğer, belki yok olurdu.
o yüzden bu ağacın gölgesinin fotografını çektim.

Perşembe

Yokluğun varlığın bir demenin bir başka yolu:

-Sen Şimdiki Zamanlar sergisine gitmiş miydin? Haa doğru beraber gitmiştik. Ben nedense yalnız gitmişim gibi hissettim.
+?!?
"Hayatta niye anlam arıyorsun? Hayat bir istektir. Anlam değil."
Sıfatlar bazen ne olduğunuzu anlatamasa da ne olmadığınızı çok açık anlatır.
bana senin için
o mu, diye sordular.
o değil, dedim onlara
anladılar...

Pazartesi

defterim bittiğinde her şey çok güzel olacaktı
defterim bitti
sonbahar geldi.

Hiç gelmeyecek sanmıştım. Utanıyor, sıkılıyor, ya da belki bizim sandığımız kadar bizi görmek istemiyor, gelmez sanmıştım. Ekim elinden tuttu getirdi sonbaharı. Sahnenin ortasına bıraktı ve kaçtı.

Şaşkınım. O yazlık narçiçeği elbisemi son bir kez daha giyecektim hani? Onun yerine mavi kazağımı giydim ve bağcıklı ayakkabılarımı. Şemsiyemi dolabın derinliklerinden çıkardım, yanıma aldım ama açmadım. Yağmurda yürüdüm. Islandım. Bazı şeyleri görmeyince ne de kolay unutuyoruz. Ben yağmurun nasıl koktuğunu hatırladım. Bir de kurumuş yapraklara bastığımda çıkan sesi. Kabul ediyorum, hatırladığım her şey bu kadar tatlı değil. Hasta olduğunda yanında taşınması gerekenler listemi güncelledim mesela. Peçete, hırka, vitamin, bitki çayları, aferin plus... -ha bir de majezik, her daim taşınmalı, kesin birine lazım olur- Merhaba sonbahar, hoşgeldin. Boş bulduğun yere oturabilirsin.

Yaz ve aradan geçen onca zaman, ne kadar değiştirmiş bir şeyleri. Fazla güneş rengimizi soldurmuş, tenimizi acıtmış. Güneş koruyuculara gerek görmemişiz. (ah oysa annemi dinleseydim!) Nasıl olsa gölgedeyiz, bir şey olmaz. Zaten bize hiçbir zaman bir şey olmaz. Zannederiz sadece. Ben daima olmasa da, biraz daha yakınımda kalırsın sanıyordum. Aramızda on değil, üç adım olur sanıyordum.  Ben giderken gülüşmelerimizi nereye sakladınız bilmiyorum, geldiğimde bulurum sanmıştım, yok.Yine müthiş iyimserliğimi konuşturmuşum, değil mi? Sizin saklandığınız yerden dışarı çıkıp yeniden gülümsemeye niyetiniz yok. Birlikte geçirilen günlerin yerini çekingen merhabalar almış çoktan ve ne yapacaksın'lar ne yapalım'ların hoşçakal'lar görüşürüz'lerin yerine geçmiş.

Şaşkınım. Ben perdenin arkasındayken olmuş bir şeyler, ben buradayım, hala oluyor, ama ben hala anlamıyorum. Bir mevsimin bizi nasıl bu kadar uzaklaştırdığını, anlamak istemiyorum. Biliyorum mevsimin suçu değil, diyeceksin ve ben de sana hatayı kendimiz dışındaki şeylerde aramayı ne çok severiz, unuttun mu, diyeceğim. Susacağız sonra. Elimize bir kağıt bir kalem alıp yazmaya başlayacağız. Kendimizi beylik cümlelerin arkasına saklayacağız.

Şaşkınım. Ben olanları anlamaya çalışırken aslında hepiniz çoktan anlamış ve benim de anlamamı bekliyormuşsunuz, meraklı gözlerle izliyormuşsunuz beni. Kızgınım. Aslında size de değil, sana da değil, hala çabalamak isteyen kendime. Kızgınım ama artık anladım. Anladım ve artık susuyorum. Cümleler kurulmuş, oyunlar oynanmış, kararlar verilmiş, bense tüm bunlar olurken yalnızca yoldan geçen bir adammışım.