Cuma

Alakasız detay, google'a antidepresan yazınca bu görsel çıkıyormuş.
İnsan bu kadar renkli şeyler görünce depresyonda kalamaz bence.
Hayır depresyonda değilim, sadece çok fazla ilaç muhabbeti yaptık.
Öncelikle mümkünse gözlerimin sürekli yaşarmasını, halsizliğimi ve baş ağrımı çözecek şeylere ihtiyacım var. Adaçayı mı işe yarar, birkaç gün yatsam geçer mi, yoksa doktora mı gitsem bilmiyorum. Buna bir çözüm bulalım sonra depresyonu giderecek şarkılara geçiş yapabiliriz. Şimdilik, beş doz "antidepresan" sonrasında, ben uyuyorum.
Bu şarkıya sarılıp uyuyabilir miyim?

Pazartesi

duvar.

Etrafıma ördüğün mantıktan duvarlara çarpa çarpa dışarı çıkmaya çalışıyorum.Bu yüzden her yanım yara bere içinde.

Pazar

Duvar -
          O söyleyemediği her şeyi söyledi sen sustun.
Aslında biz resim defterine eskiz defteri demeye başladığımız gün büyüdük.
Nihal, daha doğrusu ona beslediğim yaşanmamaya mahkum aşk, beni bir erkeğe indirgemişti. İki yıl boyunca bütün sınıflandırmaları kadın ve erkek başlıkları altında yapmaya zorlamıştı. Halbuki bulutlar da var, kediler de, herdemyeşil bitkiler, binlerce yıldır yeri değişmeyen taşlar, mutfakta bulaşıklar, kenarı kıvrılan kilimler, kar altında kalanlar, sınıflandırmalara tabi olmayanlar....

Oysa ben, iki yıl boyunca, bir erkekten başka bir şey olamamıştım. Aşkın insanı zenginleştirdiğini biliyorduk, fakirleştirdiğini de bilelim.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Perşembe

"Herkesin her şeyi bildiği ama konuşamadığı yerdeyiz."
bir elim bulut
bir elim toprak
dönerek
düşen bir yaprak
dönerek
sana bin kez söyledim be evladım
dişlerinle tırnaklarını yiyeceğine
gözlerinle gökyüzünü yesen ya...


C.Y.

Salı


gardiyansız bir hücreye kapandık
seviştik ve acıktık
aşktan önemli şeyler de vardı.

Pazartesi


Size bilmediğiniz bir şey söyleyeyim, en güzel waffle aslında Akın'da yapılmıyor.
+ sendin değil mi?
- ben değildim.

Çarşamba

Anne "Kızım hadi git bankaya harcını yatır." derken Öykü bir bölüm daha Friends izlemenin derdindedir.
-Dur anne dur kızla çocuk ayrıldı zaten.
-Aman ayrılsınlar barışırlar gider başkasını bulur.
(sessizlik)
-Öykü, ne kadar tuhaf doğanın kanunu di mi?
-Hı?
-Gidip elin insanıyla oluyosun falan.
-Hıı.. (?!?)

Salı

(...) Resim çok tozlanmıştı. Tozlu da olsa tanıyor insan kendini. Parmağını ıslattı diliyle; tozlar önce çamur oldu, sonra… ilk kocasının gülümseyen yüzünü gördü parmağının ucunda. Aman yarabbi! bir zamanlar evliydim ben de… sonra gene evliydim. İnsan bir günde varamıyor bir yere, ne yapalım? Nereye? Tanımlayamadığım, bir ad veremediğim duygular yüzünden ne kadar üzülmüştük. Eğildi, bir avuç resim aldı yerden: Bu resim çekilmeden önce, nasıl hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra da yürüyüp gitmiştim. Sonra ne olmuştu? Sonra… buradasın ya… bu evde. Demek sonra hiçbir şey olmadı onunla ilgili. Ne kötü, ne de iyi bir şey: Demek ki hiçbir şey. Ama bunu hissetmedim; geçişler öyle sezdirmeden oldu ki… Hayır, düşüncelerin karıştı; basit anlamıyla sözlerin… Bununla ne ilgisi var? Fakat ben… ondan kaçarken, nasıl oldu da birden başımı çevirip bu resmi çektirdim? Hep böyle mi durdum resimlerde? Yüksekçe bir yere oturdu, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Onun da yüzü kim bilir nasıldı? Herhalde ben suçluyum; resim çekilirken değil… belki o sırada haklıydım, muhakkak haklıydım. Çok daha önce… çok daha önce. (...)

O.A.
midem bulanıyor
ne tuttu
ne zaman bırakır
bilmiyorum.

Cuma

+ naber
- iyi senden naber
+ çok sıkılıyorum ölücem.
- küçük sırlar vardı.
Çok fena saçmalayasım var.

Az önce facebooka biri kötü vurus iyi şans, yazmış. Düşünüyorum virüs mü kaptı sonra çabuk iyileşti diye mi iyi şans falan diye. Dakikalarca bunu düşündüm. Vurusun vuruş anlamına geldiğini anladığımda altın bulmuş gibi sevinmem lazımdı aslında, ama boş boş ekrana bakmaya devam ettim. Az önce annem odaya geldi. Anlaşıldı sen çok sıkılmışsın, dedi. Nereden anlıyor anlamıyorum aslında. Gerçi yere atılmış yastıklardan, ayıdan, ya da oynarken kırayazdığım tabureden anlamış olabili, ya da boş bakışlarımdan. Evet, biraz sıkılıyorum. Sıkıntım geçsin diye film izleyip daralıyorum. Depresyona giriyorum. O kadar kolay zaten. Depresyonun kapısı maşallah, hiç kapanmıyor, hep aralık. Ben de hep kapı dibindeyim zaten, aralandı mı hop dalıveriyorum içeri.
Dakikalardır aynı pozisyonda oturmaktan ayağım uyuşmuş. Dizlerimin morluğu tam geçiyor diyordum ki artık, dün yine bi yerlere çarptım. Dikkat ettim on yaşındaki kuzenimin bacaklarında benimki kadar yara bere yok. Sıkıntı. Bugün bisiklete bindim, annem kesin düşersin sen uzun bir şey giy bacakların acımasın, dedi. Kendi bisikletimden düşmüyorum ki. Gerçekten.
O değil de, eski "ah ben nasıl da anlayamadım"ların yerini, "lanet olsun, biliyordum!"lar aldı. Neticede pek değişiklik olmadığı için, ha Hatice demişiz ha Ayşe, pek fark etmiyor. Dolayısıyla ben aynen devam. Gazeteye ilan vermeye karar verdim: "Ben demiştim, dedirtmeyen insan aranıyor." İnsan sözcüğü burada önemli. İnsan derken "düşünen hayvan"ı kastetmiyorum, hani mümkünse biraz daha ötesi. Anlaşılabilen ve anlayabilen cinsten. Tamam ben de biliyorum öylelerinin kolay bulunmadığını ama en azından biraz kıyısından geçse, ben de arada sırada öbür kıyıya çıkıyorum, belki karşılaşırız. Önce gözlerimiz buluşur sonra ellerimiz, falan filan. Ve başlar, ve biter.
Kelimelerimin ne kadarını ciddiye aldığınızı merak ediyorum. Ciddiye alınması gerekenleri ciddiye almıyorsanız o düzeltilir, sorun değil, ama ciddiye alınmaması gerekenleri ciddiye alıyorsanız fena. Büsbütün yanlış anlaşılıyorum demektir. Anlaşmak mı demiştik? İki kişilik.
Annem çağırdı. Yanına gittim. "Öykü alalım bundan," dedi. "O ne anne," dedim. "Enerji bilekliği," dedi. "Hem çok da pahalı değilmiş. Belki işe yarar." Kadıncağız benimle bu geyiği yapmış bir sürü insandan habersiz, ciddi ciddi bunu söyledi. Üzüldüm bir an, keşke onun da normal bir kızı olsa diye.

Biliyorum saçmalıyorum. Zaten çok saçmalamak istiyor canım.

Sanırım ,çikolatalı dondurma dahil, hiçbir şey istemiyorum. Beni bu hale getiren şey istemeyişim mi? Bu hal ne ayıptır sorması? Bilmem. Acaba dışarıdan gelen ses, havai fişekten mi yoksa tüfekten mi? Ben geliyorum. Ajandana yaz. Bu günü bana ayır. Yalnızca bir gün. Günebakanların gülümsediği ve sokaklarında bedava dondurmaların dağıtıldığı bir şehre gidelim seninle. Sahi, bunu daha önce yaşamış mıydık? Yok yok, rüyamda görmüştüm.

Tam hiçbir şey istemiyorum derken annem içeriden seslendi: "Öykü! Yeni Türkü!"

Ay güzelmiş bu. Ben gideyim o zaman.


Balık baştan... Neyse.

Öykübir:
 
iki ölü balık aldım boş boş bakan. sonra gözlerindeki bakıştan hoşlanmayıp kasaya kilitledim. her dondurma alışımda onların garip bakışarına maruz kalmak istemem tabi ki. bu bir fil değil ki, çelik bir para kasasına sığabiliyorlar. mini mini bir kuş donmuştu gibi, bidi bidi iki balık kasada kokmuştu. deliriyorum galiba, odun ateşinde pişirmek varken… yedi tane ıslak odun kafasında kırılası ben. bir tane usturuplu, mantıklı, edebiyle oturan bir öykü yazamayacak mıyım! uff, en iyisi gidip gökyüzün maviye boyamaya mahmut abiye yardım edeyim.
 
 
Öyküiki:
Kız o sabah daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı, erkenden uyandı  ve balığa çıktı. Akşamüzeri elinde tuttuğu balıklarla yorgun argın eve döndüğünde kapının önünde dedesinin getirdiği kasa kasa şeftalileri gördü. Bundan daha güzel ne olabilir, diye düşünürken kardeşi koşarak yanına geldi: “Ablaaa dedem bize dondurma almış.” Dondurmanın ambalajının üstünde kocaman hortumlu bir fil resmi vardı. Tam ambalajı açmış dondurmayı ısıracakken oradan uçmakta olan bir kuş dondurmayı kapıp gitti. Kız elinde plastik bir çubukla kalakaldı. Sinirinden ne yapacağını bilemeyen kız, yerdeki odunu kaptığı gibi kuşun peşinden koşmaya başladı. Yedi tane ağaç geçti. Bir tane çukurun tepesinden atladı atladı. Nafile! Yetişemedi, kuş çoktan mavi gökyüzünde kaybolmuştu.

oyunlar güzeldir. 

Perşembe

"ever tried, ever failed.no matter, try again, fail again. fail better"
bu  da bu gecenin cümlesi.
bu kadar.

ha bir de, hoşgeldin eylül.