Pazar

Büyüdüğümde her şeyin küçüleceğini bilseydim, hiç büyümezdim.

Perşembe

sun.day.sky

...
ve ağzında binlerce güneşin tadı,
dilinin ucunda yalnızca kendi adın,

çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın.

Salı


Öykü bisiklete binebilir, fotografı.


Öykü bisikletten düşebilir -ihtimal- , fotografı.

Cuma

hep aynı kelimelerin etrafında dönüp duruyorum
hep aynı yerden tutuyorum
her şey yine aynı
bir şeyler yine eksik
ben yine
ben yine cümleler kuruyorum
sonra yine neyse deyip yine susuyorum
kafam yine çok karışık
her şeyi anlatır gibi yapıp, hiçbir şey yapmıyorum yine
sonra kızıyorum utanmadan, anlamadın diye

çakıl taşlarına masallar anlatmayı bıraktım
yine de aklımdalar
sanki bir gün "ee nerde kalmıştık, hadi" diyecekler de, ben yine konuşmaya başlayacakmışım gibi
oysa onları bir poşetin içinde, dolapta beklemeye bırakan da benim
poşetteyken sesimi duyamazlar ki

bu gece bir şeyler anlatmalıyım sana
sen anlamasan da olur
ama ben anlatmalıyım
(...)



yarım

Perşembe

aslında bu benim burada ne işim var, fotografı olacaktı. sonra minderleri sandalyeden banka taşınmış bulunca kardeş kardeş oturuyoruz biz, fotografı oldu.

o değil de, asıl benim burada ne işim var?
bu aslında çalışma odası çok sıkıcı-okuyarak matematik çalışılmıyor-lanet olsun sınavım var-parmağım çok acıyor-çok sıkıldım neyin fotografını çekeceğimi şaşırdım, fotografı.

Merhaba,
Biz kelimeleri ve hikayeleri seviyoruz.
İndirim afişinin arkasına yazdığımız mektubun bir gün başkaları tarafından okunma ihtimalini de seviyoruz.
Ben stabiloları ve gölgeleri de seviyorum.
Unutmadan, Waffle'cı Akın'ı da seviyorum.
Hoşçakalın.

Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki
Şimdi gece ve müzik
-kurtarılmış bölge artık o kadar da kurtarılmış değil-

her şey hakkında söylenen her şey, sanırım yalnızca bana kalmalı. kalemsizlikten değil yani susan cümleler, ne diyeceğimi bilememekten.

ben yine aynıyım. yine durmaksızın bir şeyler anlatıyorum. anlattıkça eksiliyormuşum gibi geliyor, aslında bölünerek çoğalıyorum. sonra bütün fazlalarından arınmış, minicik kalıyorum. garip biraz, sanki elimde yüzlerce boncuk varmış, ben onları etrafa saçmışım, sonra onlara basıp düşmüşüm gibi. düşmemin haber değeri yok biliyorum, zaten ben hep gülelim diye düşüyorum, sonra hop zıplayıp kalıyorum. her şey iyi hoş da, dizlerimdeki yaraları pek sevmiyorum.

bir sokaktayım. çok acayip. daha önce hiç bu kadar renkli bir sokak görmemiştim. duvarlar boyanmamış da, sanki boyalarla dolu kovalar duvara çarpılmış gibi. her yer rengarenk. manav kasaları bile. yalnızca bir ev bembeyaz. sokağa girdiğinizde sağdan üçüncü ev. zaten girince görürsünüz, sanki onu boyamayı unutmuşlar ya da boya yetmemiş gibi. işte ben o evin kapısının önünde oturuyorum. sokağı izliyorum. neden oradayım? bilmiyorum. ben ingilizce dersine gitmek için yola çıkmıştım aslında, galiba teleferikte uyuyakalmışım. sonra gözümü bir açtım, yeşil burunlu mavi bir kedi bana bakıyor. şaşkınlıkla etrafa baktım. rengarenk bir sokaktayım, her şey rengarenk, manav kasaları bile.

büyülenmiş gibiyim. ben etrafı inceliyorum, kedi de beni. sokaktan mor elbiseli genç bir kadın geçiyor. siyah kıvırcık saçları, kocaman bir şapkası var. aa tanıdım ayşe bu. sesleniyorum, duymuyor. herhalde dalgın, ya da acelesi var.

manavdaki şu esmer çocuk ümite ne kadar benziyor. saçmalama öykü, diyorum, onun burada ne işi var? kedi düşüncelerimi okumuş gibi, peki düşündün mü, diyor, senin burada ne işin var? irkiliyorum. sahi, hiç düşünmedim. geldiğimden beri yüzyıllardır burdaymışım gibi benimsediğim bu sokakta aslında bir yabancı olduğumu fark ediyorum. ben buraya ait değilim, ben buraya getirildim ve bunun bir sebebi olmalı!
soran gözlerle bakıyorum kediye. sanki bunu beklermiş gibi, yanıma yaklaşıyor:

kurtarılmış bölge artık o kadar da kurtarılmış değil, diye fısıldıyor. ve puf! yok oluyor.

Cuma


Bende hala bir "one love" ruh hali, dışına çıkamadım. Baktığım her yerde onu görmüyorum aslında, yine de burada görünce fotografını çekmeden duramadım. Aslında anlatırdım ama bilirsiniz bazı şeyler anlatılmaz yaşanır. Ben de bu fotografla "anlatılmaz yaşanır anlar" kısmına bir çentik daha atayım, bir gülümsemeyle ve bir Cake şarkısıyla kaldığım yerden devam edeyim.
Dans etmem lazım. İzninizle.

Çarşamba


Çok geç kalmış bir muz kabuğu fotografı.
Biliyorum anlamadınız, anlamanızı da beklemedim zaten. Hikayesini bir ara anlatırım, ben anlatana dek yalnızca bir kişi bu fotografa bakıp gülümseyecek,  ben de o bakıp gülümsesin diye koydum aslında. Öyle.
Üzüntü, muz kabuğu bir de gülücük.

-Evet o görsün diye böyle büyük büyük yazdım.-

Pazartesi

-tadı güzel ankara-
 
"Bugünlerde aklım pek karışık.
 Zaten İstanbul'un da kafası karışık, silik biraz, sıkıntılı. Durup durup ağlıyor, niye ağlıyorsun diyorum, gülüyor. Yüzü asık. Ben sandaletlerimle yağmurda koşuyorum. Islanıyorum ama erimiyorum. Hep acelem var, hep koşuyorum. Hep birilerine, hep bir yerlere yetişmeye çalışıyorum. Yetişecek bir şey bulamayınca, kendimi kovalıyorum. İstanbul bugün çok gri, bu rengi sevmiyorum. İstanbul neden bu kadar gri? Ben neden yalınayak koşamıyorum? Çimler neden ıslak? Üşüyorum.
Yazı seviyorum ama yaz mutsuzluklarını sevmiyorum. Sonbahar ruhsuzluğundaki yazı hiç sevmiyorum.
İstanbul bugün çok ruhsuz. Ne yapsam güldüremedim. Ne desem şöyle bir baktı, gülümser gibi oldu, kafasını çevirdi. Sanki sen hayatı ne kadar hafife alıyorsun, der gibiydi. Sanki çık o pembe bulutların arasından, kafanı kaldır, dünyaya bak, dünya toz pembe değil, demek istermiş de, nasıl olsa anlamaz diye düşünüp vazgeçmiş gibi, küçümser bakışlar... Haklıydı belki, kızamadım. Belki de onda da oyunu kaybedenlerin kazanmaya tahammülsüzlüğü vardı. Belki de yalnızca kendim yaşayıp görmemi istiyordu. Belki de anlatmaktan yorulmuştu. Bilmiyorum.
İstanbul dün gece çok güzeldi. Pazar gecesi, İstiklal Caddesi... Bir telefonla fırlamışım dışarı, ne yanıma ne aklıma hiçbir şey almadan. Kendimi bırakmışım, fütursuzca yürüyorum. Yağmur yağıyor, ben yağmuru hissediyorum. Sandaletle etek pek uyumlu, ama sonradan üstüme geçirdiğim bana beş beden büyük kahverengi ceketin konuyla pek alakası yok -zaten kahverengi sevmem-. O beni ısıtmak için var, yağmuru hissetmem için değil yağmuru kesmek için. Bedenimi değil ama içimi ısıtıyor. Hiç çıkarmak istemiyorum. Varlığını paylaşacak bir bardak çay ararken dönüp ona bakıyorum, sıkıntılı, düşünceli. Yağmur hiç dinmesin istiyorum, arındırsın onu da beni de, sabah hiç olmasın, insanlar sokaklara dökülmesin. Güneşi ilk kez o zaman o kadar da sevmiyorum. 
Gecede ne bir eksik var ne bir fazla. Sanki her şey ama her şey olması gerektiği gibi, her şey olması gereken yerde. Her şey sanki bir güç tarafından oraya benim için konmuş, sanki tüm aksilikler bile benim mutluluğum için. Bencilce ama mutluyum. Geceye sarılmak istiyorum. Geceyle bütünleşmek istiyorum. Bu gece hiç bitmesin, zaman dursun istiyorum. Ayağımda sandaletler, yağmur sularına bata çıka yürüyorum. Çok üşüyorum, rüzgara sarılıyorum. Etrafa sahte gülücükler saçan mutsuz insanların aksine, sanki güldüğümde camdan dünya kırılacak gibi, ifadesiz, öylece yürüyorum. Sanki araba kornalarıyla, insan sesleriyle, "canlı müzik" şarkılarla, türkülerle, yağmur şapırtılarıyla dolu o geceye ben de bir şey fısıldasam, yalnızca bir kelime bile, her şey kökten değişecekmiş gibi, ben susuyorum. Onu dinliyorum. Gülüşmelerimizi uzaktan dinliyorum. Belki de onları ben yaratıyorum.
İstanbul'un soluk gri gündüzünü ne kadar sevmiyorsam, araba ve tabela ışıklarıyla bezenmiş simsiyah gecesini o kadar çok seviyorum. 
Bir şeyler eksildiği için mi rengi soldu İstanbul'un, yoksa o bitişin sonrasında, benim mi rengim soldu? Uyumak istiyorum, uyumak ve yarın masmavi bir gökyüzüne uyanmak. Yaz haddini bilsin, sonbahara özenmesin istiyorum. Yağmur da biraz özletsin kendini. Korkmasın, güzel özlerim ben, öyle güzel özlerim ki, sırf yeniden özleyebilmek için gidişini beklerim. Ah bir de, o kadar güzel kandırırım ki kendimi ben, tanıyamazsın, öylesine gerçek ki yalanlarım, sen bile inanırsın. Yokluğunun boşluğuna bir şeyler tıkıştırırım hep, o boşluk açık kalsın da, geldiğinde yeniden doldurabil diye. Gidişini beklerim, yine gel diye. Bu sefer elinde bıçakla değil, elin boş gel, elin boş gel ki özgürce tutayım ellerini.
 
Merhaba
İyi ki gittin
Yine gel. "

Cumartesi


 çekilmemiş fotografın yazılmamış yazısı


Hoşgeldin.
Özlemişim.
Beklemiyorum sanıyordum, aslında beklemişim.
ama böyle, nasıl desem, otobüs bekler gibi değil de sanki rüzgarlı bir gecede sahile uzanmışım, dilek tutmak için gökyüzünden bir yıldız kaymasını bekliyormuşum gibi.
Bilmeden beklemişim.
Geldin.
Ben hala bekliyorum.
Neyi, niye beklediğimi bilmeden,
Yalnızca bekliyorum.
Geldin.
Ben hala özlüyorum.
Gidişini bekliyor olmaktan çok korkuyorum.

Ben, ben çok özlemişim.

Cuma

                                                                    bakbuayrannormal

İnsancıklar

Ben geçenlerde evde biraz sıkıldım. Sanırım fazla sıkılmışım:










-bugün benim prenses günüm-dü.