sizin alınız al inandım
sizin morunuz mor inandım
ben tam kendime göre
ben tam dünyaya göre
ama sizin adınız ne?
benim dengemi bozmayınız.
Söylenecek şeyler hep vardır, susarız. Bazen susamayız, kelimeler akar, taşar gider. Taşmasın, akıp gitmesin, bir yerlerde biriksin diye... Merhaba.
Salı
Bir an gelir.
Kırılamazsın bile.
Bir cümleyle her şey kırılır. Cadde, sokaklar, lambalar, kestaneciler, yoldan geçen insanlar, vitrinler, eşyalar, arabalar, sesler... Düşler... Birden etraftaki her şey kırılır, paramparça olur. Sen kalakalırsın. Şaşkın, sevdiğin her şeyin parçalanışını izlersin.
Gözlerin onu arar etrafta. Belki o sağlam kalmıştır da ona sığınırım diye düşünürsün. O da gitmiştir. Kendi kendine. Paramparça olmuş dünyanın ortasında, bir tek sen sağlam kalırsın. Yalnız kalırsın, çok yalnız.
Kırılamazsın bile.
Bir cümleyle her şey kırılır. Cadde, sokaklar, lambalar, kestaneciler, yoldan geçen insanlar, vitrinler, eşyalar, arabalar, sesler... Düşler... Birden etraftaki her şey kırılır, paramparça olur. Sen kalakalırsın. Şaşkın, sevdiğin her şeyin parçalanışını izlersin.
Gözlerin onu arar etrafta. Belki o sağlam kalmıştır da ona sığınırım diye düşünürsün. O da gitmiştir. Kendi kendine. Paramparça olmuş dünyanın ortasında, bir tek sen sağlam kalırsın. Yalnız kalırsın, çok yalnız.
Cumartesi
Perşembe
Bazen
Hani bazen o anki hislerin kaybolmasın istersin, bir şekilde kaydolsun. İnsanın kayıt tutma takıntısı mı desek, kaybetme korkusu mu? Bence bir şey demeyelim. Ama işte öyle anlar vardır ya kaydedemezsin. Bir fotogarftaki salak gülüşün bile anlatmaya yetmez o anki ruh halini, bırak kelimeleri. Bahar kokusunu, Beyoğlu sokaklarını, dostluğu kelimelerle anlatabilir misin? Peki ya sarhoşluğu? O zaman işte, anılara saklanırsın. Hatırlamaya ya da kaydetmeye çalışmayı bırakır, kalanların tadını çıkarırsın. Sonra gülümsersin, yıllarca ne zaman "Daha mutlu olamam." diye düşünsen her seferinde seni daha da mutlu eden o adamı düşünürsün. Bunu nasıl başardığını merak edersin. Tanrıya inanıp inanmadığı düşünmezsin o anda, yalnızca bütün benliğinle şükredersin. Her seferinde nasıl bu kadar çok sevgiyle dolup taşabildiğine, bir insanın nasıl bu kadar "senden" olabildiğine şaşırırsın. Koooocaman bir iyi ki gönderirsin gökyüzüne, tüm hayatının dörtte birini kapsayan. Bilirsin bu iyi ki ona da ulaşır.
Böyle, nasıl desem, bazen bir şeylere kelimelerle anlatılamayacak kadar çok anlam yüklersin ve bazen bir insanı
kelimelere dökemeyecek kadar çok seversin ya, öyle işte. Zaten anlatmaya gerek yok, o anlar.
Çarşamba
Pazartesi
İndirdin yine kepenkleri. Tuğlaları örmeye başladın. Oldu o zaman. O tuğlalardan biri kafama düşmeden, ben gideyim izninle. Açılacak bir yaraya daha tahammülüm yok. Tabulardan sıkıldım, özgürlüğe koşuyorum derken... Sana çarptım! Her şeyin göründüğünden bu kadar farklı olduğunu nereden bilebilirdim?
Neyse geç oldu, gideyim ben. Biliyorum, gittiğimde özleyeceğim seni ama sen bilmiyorsun, yanımdayken de özlüyorum.
Gideyim ben. Gitmek güzel sözcüktür bilirsin. Biliyorum gitmeleri sen de seversin.
Tek kişilik yalnızlıklarımızı paylaşmaya kalktık seninle. Olmadı, parçalar uyuşmadı. Sıkıştıralım dedik, uymadı, bol kaldı. Çalışmadık gerçi, çalışan bendim. Sen ise ölesiye memnundun aradaki her sallantıda biraz daha büyüyen, sürekli kopacakmış hissi veren o boşluktan.
Ben gideyim, beklerler. Defterim, kalemlerim, içinde kendimi kaybedip seni bulduğum kitaplar, oturup saatlerce yazdığım kafeler, her defasında unutup soğuduktan sonra içtiğim çay, fotograf makinem, insanlar, şarkılar beni bekler.
Ben gideyim. Yoruldum. Yorulacağımı biliyorduk ikimiz de, vitamin niyetine gülüşlerin, hayat enerjisi veren bakışların yetmedi kurtarmaya. Gülerek bakamaz oldum sana. Gözlerimdeki soru işaretleri tüketti doğallığı.
Çok konuştum yine, oysa susmaya karar vermiştim. Neyse ben gideyim artık geç oldu. Evet evet gitmeliyim. Bir ton işim var zaten. Hava da bozdu iyice, sözde mayıs ayındayız.
Ne diyordum? Ha evet haklısın, bir şey demiyordum. Gidiyordum. Gidiyorum, hoşçakal.
Sahi, sormayı unuttum. Sen de benimle gelmek ister misin? Aaa. Gitmişsin.
Neyse geç oldu, gideyim ben. Biliyorum, gittiğimde özleyeceğim seni ama sen bilmiyorsun, yanımdayken de özlüyorum.
Gideyim ben. Gitmek güzel sözcüktür bilirsin. Biliyorum gitmeleri sen de seversin.
Tek kişilik yalnızlıklarımızı paylaşmaya kalktık seninle. Olmadı, parçalar uyuşmadı. Sıkıştıralım dedik, uymadı, bol kaldı. Çalışmadık gerçi, çalışan bendim. Sen ise ölesiye memnundun aradaki her sallantıda biraz daha büyüyen, sürekli kopacakmış hissi veren o boşluktan.
Ben gideyim, beklerler. Defterim, kalemlerim, içinde kendimi kaybedip seni bulduğum kitaplar, oturup saatlerce yazdığım kafeler, her defasında unutup soğuduktan sonra içtiğim çay, fotograf makinem, insanlar, şarkılar beni bekler.
Ben gideyim. Yoruldum. Yorulacağımı biliyorduk ikimiz de, vitamin niyetine gülüşlerin, hayat enerjisi veren bakışların yetmedi kurtarmaya. Gülerek bakamaz oldum sana. Gözlerimdeki soru işaretleri tüketti doğallığı.
Çok konuştum yine, oysa susmaya karar vermiştim. Neyse ben gideyim artık geç oldu. Evet evet gitmeliyim. Bir ton işim var zaten. Hava da bozdu iyice, sözde mayıs ayındayız.
Ne diyordum? Ha evet haklısın, bir şey demiyordum. Gidiyordum. Gidiyorum, hoşçakal.
Sahi, sormayı unuttum. Sen de benimle gelmek ister misin? Aaa. Gitmişsin.
Bir şehri bir insandan bağımsız düşünemez hale geldiyseniz eğer bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Acı gerçek. En sevdiğiniz şehir onun kıvırcık saçları tarafından lanetlenmiştir. Bunu kabullenmek istemezsiniz önce, aksini düşünmeye çalışırsınız ama birlikte hiç gitmediğiniz yerlerin hayalinde bile kimi zaman kalabalık bir arkadaş grubunun içinde, kimi zaman kızıl saçlı bir kızın elini tutarken, kimi zaman rakı masasında içerken o beliriverir. Yüzünde küçük bir çocuk gülümsemesi, "Ceee!". O kadar içtendir ki kızamazsınız da, "Çekil oradan yaa İzmir benim!", diyemezsiniz. İzmir'i kendi ellerinizle ona teslim edersiniz. Al senin olsun, sen yaşa, ben çekeyim. Kıskanmıyor oluşunuza şaşırırsınız. O şehri onunla birlikte yeniden harmanlar, başka bir şehir yaratırsınız. Bir resme son bir çizgi çekmek gibi. Bir adım geri çekilir bakarsınız. Resim tamamlanmıştır.
Bir kere tadını aldıktan sonra, bu şehri onsuz düşünemezsiniz. Bilirsiniz, bir dahaki gelişinizde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bu bilinçle daha bir içten sarılırsınız şu ana, sanki sımsıkı tutarsan zamanı akmayacakmış gibi.
Akar gider. Geriye bir gülümseme, dudağının kenarında bir çikolata parçası, ağzında waffle tadı, bir otobüs bileti ve gülümseyen fotograflar kalır. Akıldan geçen bir iyi ki cümlesi ile beraber, iyi ki gelmişim.
Bir kere tadını aldıktan sonra, bu şehri onsuz düşünemezsiniz. Bilirsiniz, bir dahaki gelişinizde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bu bilinçle daha bir içten sarılırsınız şu ana, sanki sımsıkı tutarsan zamanı akmayacakmış gibi.
Akar gider. Geriye bir gülümseme, dudağının kenarında bir çikolata parçası, ağzında waffle tadı, bir otobüs bileti ve gülümseyen fotograflar kalır. Akıldan geçen bir iyi ki cümlesi ile beraber, iyi ki gelmişim.
Pardon, bakar mısınız? Sesinize hasret kaldım, benimle bir "Günaydın."ı paylaşır mısınız? Gözlerinizin gözlerime dokunuşunu özlemişim, susamışım gülüşünüze. Afedersiniz, sizi de işinizden alıkoydum ama benimle biraz daha kalmaz mıydınız?
Bir kahve, bir sigara, bir çay daha birlikte geçirilen dakikaları uzatırken aradaki mesafeyi kısaltır mı? Ah yoksa benimki nafile bir çaba mı? Özür dilerim, sizi de tutuyorum ama, nedense bunu yalnızca siz anlarsınız zannediyorum. Ille de siz diye tutturuşumda bunun payı büyük tabii, en az gözleriniz kadar. Gözleriniz bayım, benden sürekli kaçırdığınız gözleriniz. Sahi, neden, diyeceğim ama sizi sorularımla yormak istemem. Keza kendimi yeterince yordum. Pardon, ne diyordum? Bir şey demiyordum, sizi biraz daha oyalamaya çalışıyordum. Belki gitmezsiniz diye. Ah, o kadar özlemişim ki hayalinizi bile.
Bir kahve, bir sigara, bir çay daha birlikte geçirilen dakikaları uzatırken aradaki mesafeyi kısaltır mı? Ah yoksa benimki nafile bir çaba mı? Özür dilerim, sizi de tutuyorum ama, nedense bunu yalnızca siz anlarsınız zannediyorum. Ille de siz diye tutturuşumda bunun payı büyük tabii, en az gözleriniz kadar. Gözleriniz bayım, benden sürekli kaçırdığınız gözleriniz. Sahi, neden, diyeceğim ama sizi sorularımla yormak istemem. Keza kendimi yeterince yordum. Pardon, ne diyordum? Bir şey demiyordum, sizi biraz daha oyalamaya çalışıyordum. Belki gitmezsiniz diye. Ah, o kadar özlemişim ki hayalinizi bile.
Salı
Pazar
Benimle oynar mısın?
Kendi kabuğumu kendim tamir edebilmek istiyorum, kalp kırıklıklarımı da. Seni "sen uğraşma ben hallederim." diyerek kenara itip -sanki sen uğraşmaya çok hevesliymişsin gibi- açtığın yaraları kendi kendime sarmak istiyorum. Sonra hiçbir şey olmamış gibi sana yeniden gülen gözlerle bakabilmek... Bir Ezginin Günlüğü şarkısında olduğu gibi "unutup yeniden sevdalanmak" istiyorum. Senin için değil, bizim için değil, kendim için istiyorum bunu. Bilirsin, bir insanı seni üzemez hale getirmek çok kolay. Vizörden bakmak gibi hayata bakmak, bir şey canını sıkıyorsa objektifi onu görmeyen bir yöne çevir ve oyun bitsin. Karmaşık değil, çok basit; tabii düşse, kalksa, üstü başı çamur olsa da yine de "oynayacağım" diye tutturan bir çocuğun ruhuna sahip değilsen. Anlatmış mıydım bilmiyorum, inatçı bir çocuktum ben, annem eve çağırdığında ikiletmeden eve gittiğim olmamıştır hiç. Yaşım yirmi oldu, bazı şeyler hala aynı. Ben sıkılmadım daha, düşsem de elimi tut kaldır beni, oynamaya devam edelim. Sahi, sana sormadım bağışla, benimle oynar mısın, birazcık daha?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)