Pazartesi

Bazı günler bazı yerlerde o kadar çok küçük mucize yaşarsın ki, hangi birini anacağını bilemezsin ya, bu da öyle.
Çok konuşurdum ben eskiden, hep hikayeler anlatırdım.
Bir gün bir şey oldu.
Gök gürledi.
Şimşek çaktı.
Kocaman bir boşluk açıldı gökyüzünde.
O boşluk benim bütün kelimelerimi yuttu.
Ben bakakaldım.
Kelimelerim kayboldu.
Ben sustum.
Sonsuza dek susacağım sandım.
Çok korktum.
Çok sustum.
 
Sonra...
Sonra bir şey oldu.
Kelimelerim -her biri bir yağmur damlasının elinden tutmuş- patır patır yere dökülmeye başladı.
Çok şaşırdım.
Bu kadar çabuk, beklemiyordum.
Koşmaya başladım.
Eteklerimde topladım tüm kelimelerimi. Hepsini yere düşmeden yakaladım.
Yeniden!
Konuştum konuştum konuştum.
Yazdım yazdım yazdım.
Kocaman sarıldım onlara.
Hikayeler anlattım.
Hep kalsınlar hiç gitmesinler diye.
 
Kelimelerim olmayınca ben huysuz, suratsız bir insana dönüşüyorum. Susup oturunca renklerim soluyor birden; limon sarısı, şeker pembesi, fıstıkk yeşili, gök mavisi, narçiçeği kırmızısı, hepsi grinin tonlarına dönüşüyor. Hepsi aynılaşıyor, donuklaşıyor. Kelimelerim yokken sana olan sevgim bile daha gri, daha soğuk, daha donuk.
 
... ama geldiler.
Ben hiç beklemiyordum, bu kadar çabuk beklemiyordum, geri geldiler.
Nasıl özlemişim bilsen.
Kaçmasınlar diye hepsinin ellerinden tutuyorum.
Onlar varken hayatı, insanları, seni daha bir rengarenk seviyorum.
Ben yine hikayeler anlatıyorum.

Pazar

"Bu arada hayatım boyunca içtiğim en kötü çaydı."
"Bizimki kaçak çay öyle herkes içemez."

Kendine güvenmeyen güzelliğine aldanıp da şu Maçka Parkında bir çay içeyim demesin. Derse de Öykü uyarmadı, demesin.
Ne günlermiş,
Aşktan ve coşkudan sarhoş, birbirimizin yüzünde bir gülümseme daha nasıl oluşturabiliriz'in telaşında, bir tebeşire kazımışız aşkımızı.
Tebeşirin aşınabilen, ufalanabilen, bitebilen bir şey olduğunu aklımıza bile getirmeden, ondan çok daha önce ufalanacağımızı da.
Bütün anılara yabancılaşmışken, eski bir fotografa bile iki yabancıya bakar gibi  "Yakışmışlar aslında." diyecek kadar, kırık bir tebeşirin bu pazar sabahı bana seni hatırlatması ne kadar güzelse, hiçbir şey hissettirmemesi bir o kadar hüzünlü.
Yaşanmışlıklara ve anılara,
Şerefe.

Söyleyecek sözlerin bittiyse eğer, kimse seni dinlemiyor.

Perşembe

Metroda sesler..
El ele sevgililer...
İşten çıkmış uyuklayan teyze...
Ayaklarda siyah, kahverengi çizmelerin yerini almış rengarenk babetler, sandaletler...
Ben yine Maslak yollarında, aklımda yine sorular...
Sonra yine "boşver"ler...
Gittim geldim, insanların ayakkabıları dışında ne değişti?
Sahi bugün ayın kaçıydı?
Hala Haziran mı?
Bugünlerde kelimelerim bir yerlere saklandı. Bulamıyorum. Sebebini de bilemiyorum. Boşvermişlik desen değil, mutluluktan/mutsuzluktan desen, o da değil. Bir garip boşluk. Gündelik hayatta beni bıdı bıdı konuşturanla kalemi elime aldığımda içimi tıkayan aslında aynı boşluk.
Konuşmak istiyorum ama kelimelerimden korkuyorum.
Ben korkuyorum, onlar saklanıyorlar.
Bazen defterimi açıp bakıyorum: Bir sürü yarım kalmış yazı.
Kimi başka insanlar tarafından bölünmüş, kimi gideceği yere normalden erken varan otobüs yüzünden, kimi düşüncelerim, çoğu da sebepsiz..
Bazen onlar için üzülüyorum. Sanki tamamlansalar iyi kötü bir yere varacaklarmış da, benim yüzümden sonsuza dek havada kalmışlar gibi. Nereye gittiği nereye vardığı belirsiz, yarım kalmış aşklar gibi.
Boşlukları umutlarla doldurur gibi, onların da sonunun aslında gülüşlerle bittiğini hayal ediyorum. Sonra kendimi kandırdığımı fark ediyorum, pişman oluyorum.
Bu yazıda da bir yere varamıyorum.
Bu yazıyı da yarım kalmışlar arasına yolluyorum.





Pardon bayım,
Müsaitseniz sizinle biraz gülüşebilir miyiz? 

Cumartesi

Seni seviyorum ama sen'in yarattığı ben'i sevmiyorum. Sanırım her şeyi bitiren cümle bu.

Cuma


we're just two lost souls
swimming in a fish bowl,
year after year,
running over the same old ground.
what have we found?
the same old fears.
wish you were here.

saat 04:00
-kitaplığımıdüzenlememlazımkitaplığımıdüzenlememlazımkitaplığımıdüzenlememlazımkitaplığımıdüzenlememlazımkitap....zzz-
...
bu huzuru özlemişim.
içimdeki huzursuzluğu dalgalara versem, alıp denize götürürler mi? ya da taşlara yazsam tek tek, bir yerde biter mi?
hava ne sıcak ne serin, ılık bir rüzgar tenimde... saçlarımın ıslaklığı, taşların sıcaklığı...
aklım yine sende.
söylesene, ömrüm boyunca duyduğum her dalga sesi bana seni hatırlatırsa ne yaparım?

Günaydın sevgili günlük, bugün burnum daha kırmızı.




Kabul ediyorum biraz standart dışı bir tatil oldu. Kendi anarşistliğimin sınırlarını zorlayarak aileden uzak üç gün tatil yapmayı başardım. İnsanlık için küçük, Öykü için büyük bir adım.
Kısa kısa tatil notları:

"Anne biz tatile gidicez arkadaşımla."
"Kızım ne tatili bak arkadaşın bize gelsin güzel güzel oturun."
Sanırsın ilkokuldayız da Ayşelere ödev yapmaya gideceğiz, diyorum.
***
"Biz senin sandığın gibi Avrupai aileler değiliz Öykü." Avrupai aile sanmak? Peki.
***
Otomobil tasarım olmaz. Otomobil dizayn olur. Z ile. "E zaten Türkçesi Z değil mi? B.A.
***
Nerede olduğunu tarif etmek için yolda geçerken gördüğün marketlerin ismini söylememek lazım, karşıdaki insan ne kadar zeki olursa olsun, anlamıyor. Maydanoz falan demek lazım. Atatürk Bulvarı var bir de tabii, gerçekten çok ayırt edici.
***
"Aaa bizim arkadaş o otelin sahibi, gel ben seni otelin önüne bırakayım. " Özdere-İzmir dolmuşunun şöförü, beni neredeyse otelin kapısına kadar bıraktı evet.
***
Tatile Bilal Akar ile çıkarsan eğer pazarda kitapçı aramak dünyanın en normal aktivitesidir. Ne yazık ki peynircinin karşısında kitapçı değil zeytinci vardı.
***
"Neyse ki pharmacy yazısını gördüm yoksa eczanenin orda olduğunu fark etmeyecektim." B.A. (21) Boğaziçili
***
"Sen şimdi bunları yazıyorsun, bloguna da yazarsın rezil edersin bizi."
***
"Yok anne burası yağmurlu değil bulut var biraz ama yıldızları görebiliyoruz." İzmir'i sel alırken biz plajda.
Yalnız küçük bir problem var, diye düşünüyorum. Yıldızları görüyoruz ama bulutlardan ay gözükmüyor. Hatta Bilal'le dalga geçiyorum. Sonra ertesi gün öğreniyorum, meğer o gece ay tutulması varmış.
***
Başak Burcu Emlak. Ben bunu gördüm.
***
Deniz kenarında denizden çıkıp uyumak varken öss denemesi çözen çocuğun yanında oturmuş keçeli kalemleriyle resim yapan kız var ya, işte o benim.
***
"Bilal ben buraya hep senin kırdığın potları yazıyorum. Kendiminkileri unuttum."
***
Tiyatrocudan model olmaz arkadaş. Öykü Kaya, -sanırsın -kırk yıllık fotografçı
***
böyle gider...

Ben bunları böyle yazarken bir eğlendim bir eğlendim ki, öyle böyle değil. Tatili anmışken, mis gibi denizi, güneşi,oturup saatlerce dinlenesi dalga seslerini, kahveli birayı, pek sıcakkanlı arkadaşımız (!) Mehmet'i,  kokoreççiyi, Genç Pide'yi , koooocaman böceği, Sakız Adası zannettiğimiz yere çakan şimşeği, çay kaşığıyla peçeteye çizdiğim geometri sorusunu, Bucasporlu otelci amcayı, özellikle de çakıl taşlarını anmadan geçemiyorum.
Birkaç (!) tanesini yanımda getirmiş olsam da aklım onlarda kaldı.
Ne de güzel sohbet ediyorduk, ben onlara masal anlatıyordum.

O bu değil de, ben şanslı bir insanım. Ne kadar şanslı olduğumu size daha sayfalarca anlatırdım da, büyüsü kaçar diye korkuyorum. O yüzden geyik yapmakla yetineceğim.

Neredeyse aksiliksiz tatil yaşamak da ne güzel duyguymuş.

Şu anki huzurumda ve mutluluğumda emeği geçen herkese teşekkürler.

Sevgilerle.

"...
günlük hayatın sıkıntısından biraz silkeler insanı
her şeyin aynı olmasından
kişiyi bedenin ve aklın dışına çıkarıp duvara yapıştırır
Sanırım içmek
ertesi sabah
tekrar hayata
dönülebilen
ve her gün
tekrarlanabilen
bir intihar biçimidir."

Charles Bukowski


Şimdi gerçeği söyle, sonra yap istediğini.
Zaman geçer
Büyürüz
Sertleşir dünya.

Yeter artık, hiçbir şey eskisi gibi değil.

Salı


Ne zaman varlığının bir düş kadar güzel olduğunu düşünsem beni uyandırmayı başarıyorsun ya, en çok ona üzülüyorum.
Aşk mı demiştik?

Pazar

Bu fotografın altına iki insanın uyumu hakkında bir şeyler yazmak istedim.
Sonra neyin doğru olduğunu bilemediğimi anlayıp vazgeçtim.
Olsun, böyle de güzel.

Cuma

Olmak istediğim.

 
Olabildiğim.



Dış sesler:
-Bu kız ne çekiyor böyle abi?
-Camdaki çatlağı çekiyor bence gidip seni şikayet edecek.
-Bu ne ya tabelayı mı çekiyor? Çok saçma.
-Konuşsam beni de çeker mi acaba?
-Üniversite öğrencisiymiş, seslensek mi ya? Bak bence sen git, ben de İTÜlüyüm de, tanış.
-İşi gücü yok, cık cık. Aa şu gelen bizim otobüs. Yürü yürü. Bırak şimdi.

İç ses, o anda ne söyüyordu inan hatırlamıyorum.
-malvarlığım-

Kutlayalım bence.
Günler sonra eve dönüşümü kutlayalım.
Buz dolabının kapağını açtığımda süt bulabiliyor oluşumu kutlayalım.
Kargonun kolimi paramparça getirmesine rağmen, hiçbir kalemimin kaybolmayışını kutlayalım.
Taksim'in tek, Mecidiyeköy'ün çift olmasını kutlayalım.
ve İzmir'in güzel bir genç kız oluşunu.
İzmir'i kutlayalım.
İzmir'e içelim hadi.
Yavaşlığın kusur değil huzur olduğu, insanların yaşam tahtına kurulduğu kenti kutlayalım. Sabahları otuzunda koşuya çıkmış güzel bir kadın, öğleden sonra çay ve kısır eşliğinde arkadaşlarıyla sohbet eden teyze, geceleri çapkın bir genç kız olan bu kenti...
Muzaffer İzgü Sokağı'nı...
Taze kumru yiyebiliyor olmayı, çayla denizin kokusunun birbirine karıştığı anı...
Haftaların özlemini on dakikaya sığdırabilmeyi kutlayalım. Gülen gözlerle sarılıp, gülen gözlerle ayrılmayı... Dar vakitlere sığdırdığımız kocaman sevgileri kutlayalım.
Bugün, her şeyi, ama en çok İzmir'i kutlayalım.

Sonra gidip İzmir'e sarılalım.


Bu yazı Şener Soysal'a ithaf edilmiştir.

Cumartesi

Cuma

Bazen o kadar kolaydır ki.
Silmek...
Bazense, aylardır yapmak zorunda olduğunuz ama bir türlü yapamadığınız şeyi yapmanıza, son bir işaret sebep olur. Son bir taş, ve puff! Kule yıkılıverir. O noktadan sonra o kadar kolaydır ki yerleri süpürmek, soğukkanlılığınıza siz bile şaşarsınız. Bazı şeylerin ardından son bir damla  gözyaşı dökecek mecali bile kalmaz ya insanın, işte o zaman, asıl o zaman yazık olur. Bittiği için değil, böyle bittiği için.
Artık çok kolaydır her şey.
Bu kadar kolay olduğuna inanamazsınız.
İçiniz acısın istersiniz, acımaz.
Ağlamak istersiniz, o damla o gözden akmaz.
Şaşırırsınız.
Düşünürsünüz.
Tekrar şaşırırsınız.
Bıraksalar sabaha kadar şaşıracaksınız.
Bırakmazlar.
Bi kere siz bırakmazsınız.
Amaaan dersiniz, kaldığınız yerden dizi izlemeye devam edersiniz.
Bazen o kadar, o kadar kolaydır ki.

Çarşamba

Ne kadar yoksam o kadar iyi, ama görünmez olamam.

http://fizy.com/s/1uthx3
Hiçbir dersini dinlemediğin bir dersin finaline gitmeden önce lütfedip kitabın kapağını açmak, en azından bir dokunmak gerekiyormuş. Yok illa bakmadan gideceğim diyorsan en azından sınav saatini doğru öğrenmek, o saatte bi zahmet uyanmış ve yataktan kalkmış olmak gerekiyormuş. İş kalkmakla bitmiyor tabii, sınava giderken yanında bir de kurşun kalem -marker ve kuru boya değil alt tarafı bir kurşun kalem- götürmek gerekiyormuş. Kendine bu kadar güvenmemek, bu kadar da (!) leyla olmamak gerekiyormuş.