Söylenecek şeyler hep vardır, susarız. Bazen susamayız, kelimeler akar, taşar gider. Taşmasın, akıp gitmesin, bir yerlerde biriksin diye... Merhaba.
Salı
(...)
Şimdi tıkır tıkır işleyen saatların arasında saatçinin canı sıkılıyordur. (Ben de sıkıntılıyım burda.) Gözlüğünü çıkarmış, gözüne büyütkeni yerleştirmiş, bir saatin bozuk yerini arıyordur. Saatların tıkırtısıyla içinin sıkıntısı arasında bir ilgi vardır sanki. Bu durmayan tıkırtı dünyanın düzeni gibi birşeydir. Değişmez. Dursa sıkıntısı geçecek belki. Oysa bu sıkıntıyı yaratan kendisidir. Her sabah dükkâna girdi mi ilk işi birer birer bu saatları kurmaktır. İğrene iğrene yapar bu işi. Kurmayıverse olmaz mı? Olmaz? O zaman kendi kendisi olmaktan, saatçı olmaktan çıkar. Zorunludur bu. Nasıl her akşam eve gider, yemek yer, oturur, yatarsa bunu da yapacak. Pazar günlerinin bile bir kurulu düzeni vardır. Kahveye çıkılır, tavla oynanır. Geceleri yatakta yatarlar karısıyla. Kışın, uykuda döndükçe yorgan kayar, üşürler. Ayrı yatakta yatamazlar. İsteksiz ara sıra, ödev yapar gibi sarılmalar, tümü. “Bir güreşken horoz beslesem” diye düşündü dün gece. Gerçek bir heyecan kaynağı olurdu bu horoz. Ama evde kümeslik yer yok.
Karşıdaki bakkal köşedeki kahveciye iki çay bağırıyor. “Birini kazıklayacak yine” diyor saatçi kendi kendine. Sonra yeniden saatlara dönüyor. Bunların çoğu İsviçre’de yapılır. Duyduğuna göre dağlık bir yermiş orası. Dağlarında kar varmış. Bir özlem kabarıyor içinde. “Bir gün kurmayacam şunları” diyor. Ürperiyor, daha bir büyümüş sanıyor kendini.
Ben yakında saatçinin bir gün saatları kurmayıvereceğini biliyorum. Dükkândan fırlayacak. “Saatların yapıldığı yere!” diye bağıracak. Konu komşu sımsıkı yakalayacaklar onu; bırakmayacaklar; delirdi diyecekler. Bana bunları dükkânın önünden geçeceğim zaman kepenkleri inik görüp sebebini soracağım deminki aşçı çırağı anlatacak. Yüzünde bir üzüntü, bir acıma izi olmayacak. Benim de… Şimdi büyük bir sevgi duyuyorum saatçıya. Onunla tanışmayacak kadar, saatim bozulsa ona değgin düşüncelerim değişir korkusuyla saatimi ona değil gidip o acenta saatçısına onartacak kadar büyük bir sevgi. Yazmayacağım onun hikâyesini, vazgeçtim. Beceremem, yanlış anlatırım diye korkuyorum.
Kahveden çıktım. Sıkışmışım. Genel ayak yoluna doğru yürüdüm. Sokağa saptım. Baktım sağımda bir ayakkabı onarıcısının dükkânı vardı. İçerisi görünmüyordu.
Y.A.
Şimdi tıkır tıkır işleyen saatların arasında saatçinin canı sıkılıyordur. (Ben de sıkıntılıyım burda.) Gözlüğünü çıkarmış, gözüne büyütkeni yerleştirmiş, bir saatin bozuk yerini arıyordur. Saatların tıkırtısıyla içinin sıkıntısı arasında bir ilgi vardır sanki. Bu durmayan tıkırtı dünyanın düzeni gibi birşeydir. Değişmez. Dursa sıkıntısı geçecek belki. Oysa bu sıkıntıyı yaratan kendisidir. Her sabah dükkâna girdi mi ilk işi birer birer bu saatları kurmaktır. İğrene iğrene yapar bu işi. Kurmayıverse olmaz mı? Olmaz? O zaman kendi kendisi olmaktan, saatçı olmaktan çıkar. Zorunludur bu. Nasıl her akşam eve gider, yemek yer, oturur, yatarsa bunu da yapacak. Pazar günlerinin bile bir kurulu düzeni vardır. Kahveye çıkılır, tavla oynanır. Geceleri yatakta yatarlar karısıyla. Kışın, uykuda döndükçe yorgan kayar, üşürler. Ayrı yatakta yatamazlar. İsteksiz ara sıra, ödev yapar gibi sarılmalar, tümü. “Bir güreşken horoz beslesem” diye düşündü dün gece. Gerçek bir heyecan kaynağı olurdu bu horoz. Ama evde kümeslik yer yok.
Karşıdaki bakkal köşedeki kahveciye iki çay bağırıyor. “Birini kazıklayacak yine” diyor saatçi kendi kendine. Sonra yeniden saatlara dönüyor. Bunların çoğu İsviçre’de yapılır. Duyduğuna göre dağlık bir yermiş orası. Dağlarında kar varmış. Bir özlem kabarıyor içinde. “Bir gün kurmayacam şunları” diyor. Ürperiyor, daha bir büyümüş sanıyor kendini.
Ben yakında saatçinin bir gün saatları kurmayıvereceğini biliyorum. Dükkândan fırlayacak. “Saatların yapıldığı yere!” diye bağıracak. Konu komşu sımsıkı yakalayacaklar onu; bırakmayacaklar; delirdi diyecekler. Bana bunları dükkânın önünden geçeceğim zaman kepenkleri inik görüp sebebini soracağım deminki aşçı çırağı anlatacak. Yüzünde bir üzüntü, bir acıma izi olmayacak. Benim de… Şimdi büyük bir sevgi duyuyorum saatçıya. Onunla tanışmayacak kadar, saatim bozulsa ona değgin düşüncelerim değişir korkusuyla saatimi ona değil gidip o acenta saatçısına onartacak kadar büyük bir sevgi. Yazmayacağım onun hikâyesini, vazgeçtim. Beceremem, yanlış anlatırım diye korkuyorum.
Kahveden çıktım. Sıkışmışım. Genel ayak yoluna doğru yürüdüm. Sokağa saptım. Baktım sağımda bir ayakkabı onarıcısının dükkânı vardı. İçerisi görünmüyordu.
Y.A.
Perşembe
Pazar
“iki şey: aşk ve şiir
mutsuzlukla beslenir biri
biri ona dönüşür.”
güzeldi. beklenti bu kadar çok olmasa daha da güzel olabilirdi.
izlemeli.
mutsuzlukla beslenir biri
biri ona dönüşür.”
güzeldi. beklenti bu kadar çok olmasa daha da güzel olabilirdi.
izlemeli.
Perşembe
Salı
"Bu kadar az mutluluk için böylesine didinmek, bu kadar çalışmak olur mu? Bir avuç insan piyango sonucu mutlu olacak diye, milyonlarca kişi içinde mutluluk piyangosunu kazanacak birkaç kişi arasına girme ümidiyle böylesine öldürücü bir çaba gerekli mi?
Bana gülecekler, benimle alay edecekler. İnsanlar, sizin de gülünecek duruma gelmenizi istiyorum. Herkes benim gibi bu duruma düşmekten korkmayacak kadar cesur olmalı. "
Çarşamba
Salı
Cuma
“İnsan, gerçeği kavradığı için utanıyor – işte gerçek önümüzde: Her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.”
sıkılıyorum
sıkılmak ne kelime
çıldırıyorum
-çıldırmak sözcüğünün de anlamını boşalttın Öykü-
ben hep
bugünlerde hep
yanık kokusu alıyorum.
yanık kokusunu kolonyalı mendille kapatmaya çalışıyorum.
-hani şu lokantalardan alıp, kullanmayıp cebe attıklarımızdan-
ucuz parfüm kokusu kaplıyor ortalığı
midem bulanıyor.
bugünlerde hep midem bulanıyor.
bir ara geçmişti
bana baktığında gözlerindeki o ışığı gördüğümde geçmişti
onu görmek
her şeye değmişti.
umutla bakmıştı bana, geleceğe bakar gibi
oturup sanattan, edebiyattan ve insanlardan bahsetmiştik
her zamanki şeylerden yani
birbirimizi anlayabiliyor olmanın verdiği mutlulukla birbirimizi yalnızca yine ikimizin anladığını bilmenin yaşattığı yalnızlık duygusu
birbirine karışmıştı
oturmuş insanlardan bahsediyorduk
dışarıda insanlar ölüyordu
daha beş dakika önce bir ölüm haberi daha gelmişti
biz oturmuş insanlardan bahsediyorduk
insanlık'tan
yapabileceklerimizden
bizi farklı yapan şeylerden ve bunların bir o kadar anlamsızlığından
dışarıda insanlar ölüyordu
biz can yücel'e kadeh kaldırıyorduk
düşünüyorduk
en azından denemez ama, en azından düşünüyorduk
inanıyorduk
yeryüzünde başka kimseye olmasa da, birbirimize inanıyorduk
çok içiyordu
kızamıyordum
biliyordum, tüm bunlara başka türlü katlanamazdı
ve zaten
ben ona kızamazdım.
bugün
sıkılıyorum
mızmızlanıyorum
o bana öğütler veriyor
hikayeler anlatıyor
kafama yeni soru işaretleri ekiyor
peki
ya yarın?
sıkılmak ne kelime
çıldırıyorum
-çıldırmak sözcüğünün de anlamını boşalttın Öykü-
ben hep
bugünlerde hep
yanık kokusu alıyorum.
yanık kokusunu kolonyalı mendille kapatmaya çalışıyorum.
-hani şu lokantalardan alıp, kullanmayıp cebe attıklarımızdan-
ucuz parfüm kokusu kaplıyor ortalığı
midem bulanıyor.
bugünlerde hep midem bulanıyor.
bir ara geçmişti
bana baktığında gözlerindeki o ışığı gördüğümde geçmişti
onu görmek
her şeye değmişti.
umutla bakmıştı bana, geleceğe bakar gibi
oturup sanattan, edebiyattan ve insanlardan bahsetmiştik
her zamanki şeylerden yani
birbirimizi anlayabiliyor olmanın verdiği mutlulukla birbirimizi yalnızca yine ikimizin anladığını bilmenin yaşattığı yalnızlık duygusu
birbirine karışmıştı
oturmuş insanlardan bahsediyorduk
dışarıda insanlar ölüyordu
daha beş dakika önce bir ölüm haberi daha gelmişti
biz oturmuş insanlardan bahsediyorduk
insanlık'tan
yapabileceklerimizden
bizi farklı yapan şeylerden ve bunların bir o kadar anlamsızlığından
dışarıda insanlar ölüyordu
biz can yücel'e kadeh kaldırıyorduk
düşünüyorduk
en azından denemez ama, en azından düşünüyorduk
inanıyorduk
yeryüzünde başka kimseye olmasa da, birbirimize inanıyorduk
çok içiyordu
kızamıyordum
biliyordum, tüm bunlara başka türlü katlanamazdı
ve zaten
ben ona kızamazdım.
bugün
sıkılıyorum
mızmızlanıyorum
o bana öğütler veriyor
hikayeler anlatıyor
kafama yeni soru işaretleri ekiyor
peki
ya yarın?
Cuma
Perşembe
Salı
Pazartesi
"Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı yolcu yapan budur. Aldanmazsan, kapılmaz ve yanılmazsan varamazsın yolun gideceği yere. Yolculuğun gizi budur: Kaybetmezsen yolunu bulamazsın aslında.
Bir soru'n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru'nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir...
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.
Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık? Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri? Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?..
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir."
E.T.
Bir soru'n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru'nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir...
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.
Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık? Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri? Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?..
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir."
E.T.
Pazar
Perşembe
parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
nedensiz bir çocuk ağlaması bile
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.
Salı
Seninleyim.
Mutluluk kalbimde çözülmüş.
Ulaşamaz bana yanlış sesler.
Senleyim.
Rüyadan farksız.
Kaybolursam, şarkı söyle.
Mutluluk kalbimde çözülmüş.
Ulaşamaz bana yanlış sesler.
Senleyim.
Rüyadan farksız.
Kaybolursam, şarkı söyle.
Çıldırmak üzereyim.
Klişe cümlem.
Kafam çok dağınık.
Kafam çok karışık.
Biliyoruz, dediğinizi duyar gibiyim.
Ben de biliyorum.
Ne değişti?
Sahi, ben gittiğimden beri ne değişti?
Kötü bir huyum vardı benim seninleyken. Kurduğum her cümlenin sonunu seninle bitirirdim. Gelip bir anda koyduğun noktadan sonra, cümlelerime nokta koyamaz oldum uzun süre. Bitmek bilmeyen, anlamsız cümleler kurdum. Kelimeleri arka arkaya dizdim. Birine bir fiske attım, hepsi devrildi. Teker teker. Domino taşları gibi.
En son taş da yere düştükten sonra, kalkıp hepsini topladım.
Çöpe attım.
Klişe cümlem.
Kafam çok dağınık.
Kafam çok karışık.
Biliyoruz, dediğinizi duyar gibiyim.
Ben de biliyorum.
Ne değişti?
Sahi, ben gittiğimden beri ne değişti?
Kötü bir huyum vardı benim seninleyken. Kurduğum her cümlenin sonunu seninle bitirirdim. Gelip bir anda koyduğun noktadan sonra, cümlelerime nokta koyamaz oldum uzun süre. Bitmek bilmeyen, anlamsız cümleler kurdum. Kelimeleri arka arkaya dizdim. Birine bir fiske attım, hepsi devrildi. Teker teker. Domino taşları gibi.
En son taş da yere düştükten sonra, kalkıp hepsini topladım.
Çöpe attım.
Pazar
" Önemli bir uyarıda bulunacağım: Yolculukta, özellikle trende içtiğiniz içkinin temposunu, trenin sallantısına denk getirmeniz gerekiyor, yoksa uyuyamıyorsunuz. Gece gözlerimizi bir açtık ki, "şirin bir Anadolu kasabasındayız." Bozöyükmüş; Eskişehir'de bir yük treni raydan çıkmış da... Bozöyük olup olmadığı kesin değil ama istasyonda öyle yazıyor: İnandık! "
Perşembe
- Sabah kalkamıyorsan yataktan, böylesi bir dünyaya gözlerini açmak istemiyorsan, ne yaparsın? Devrime de çok var daha.
- En iyisi iki musluk pompası aldırıp birilerine kendinizi çektiriniz, çıkarttırınız yataktan. Ayaklarınızın altını spatulayla hafifçe kazısınlar, sonra çarşafta kalan izinizi ince bir telle iyice ovunuz. Çıkmışsınız demektir.
- "Meyhaneye gömün beni, gide gele yoruldum." diye bir şarkı var, biliyor musun?
- Var mısın birlikte intihara? İki kişi daha kolay olur.
- Varım ama nasıl?
- Ben derim ki, denize girip yürüyelim bitene kadar.
- Keskin toplumcularımız kızar. Yüksek sesle gülene bile kızıyorlar. Sonra intihar, zaten dünya görüşümüze uygun değil. Üçüncüsü: Ben üşüyünce çıkarım.
- İstersen bu işi güze erteleyelim. Başka katılanlar da olur belki. Bahar geliyor şunun şurasında.
- Bir de şu var tabii: Burada oturup durmamacasına bu havada konuşursak, sonunda ölürüz zaten.
- Sen mutlaka Fitzegerald'ı seviyorsundur.
- En iyisi iki musluk pompası aldırıp birilerine kendinizi çektiriniz, çıkarttırınız yataktan. Ayaklarınızın altını spatulayla hafifçe kazısınlar, sonra çarşafta kalan izinizi ince bir telle iyice ovunuz. Çıkmışsınız demektir.
- "Meyhaneye gömün beni, gide gele yoruldum." diye bir şarkı var, biliyor musun?
- Var mısın birlikte intihara? İki kişi daha kolay olur.
- Varım ama nasıl?
- Ben derim ki, denize girip yürüyelim bitene kadar.
- Keskin toplumcularımız kızar. Yüksek sesle gülene bile kızıyorlar. Sonra intihar, zaten dünya görüşümüze uygun değil. Üçüncüsü: Ben üşüyünce çıkarım.
- İstersen bu işi güze erteleyelim. Başka katılanlar da olur belki. Bahar geliyor şunun şurasında.
- Bir de şu var tabii: Burada oturup durmamacasına bu havada konuşursak, sonunda ölürüz zaten.
- Sen mutlaka Fitzegerald'ı seviyorsundur.
Salı
Aa, naber, dedi.
Kendimi iyi hissetmiyorum, dedim. Her şey çok bulanık. Önümü göremiyorum. Kendimi inandırmışım her şeyin istediğim gibi gittiğine, ama gitmiyor işte. Yapamıyorum. Olmuyor. Aslında derdim ne bilmiyorum. Bilmediğim için sana da anlatamam. Aslında kimseye anlatamam. İyi değilim. Anlamıyorum. Hiçbirinizi anlamıyorum. Sizi anlamadan kendimi anlayabilir miyim? Kendimi anlamam için sizi de anlamam şart mı? Yapamıyorum. Konuşamıyorum. Yazamıyorum. Midem bulanıyor. Her şey çok bulanık. Midem de. İstemiyorum, artık oynamak istemiyorum. Yalnızca kaçıp gitmek istiyorum. Saklanmak değil arkama bakmadan koşmak istiyorum. Midem bulanıyor. Uyursam geçer mi? Yastık bile cam kırıklarıyla dolu. Her şey kırıldı. Kırılmadık bir şey kalmadı. Yere çarptı. Parçalandı. Yer kırılmaz. O sağlam. O güçlü.
Yazasın gelmiş senin, dedi.
Gidesim geldi.
Kendimi iyi hissetmiyorum, dedim. Her şey çok bulanık. Önümü göremiyorum. Kendimi inandırmışım her şeyin istediğim gibi gittiğine, ama gitmiyor işte. Yapamıyorum. Olmuyor. Aslında derdim ne bilmiyorum. Bilmediğim için sana da anlatamam. Aslında kimseye anlatamam. İyi değilim. Anlamıyorum. Hiçbirinizi anlamıyorum. Sizi anlamadan kendimi anlayabilir miyim? Kendimi anlamam için sizi de anlamam şart mı? Yapamıyorum. Konuşamıyorum. Yazamıyorum. Midem bulanıyor. Her şey çok bulanık. Midem de. İstemiyorum, artık oynamak istemiyorum. Yalnızca kaçıp gitmek istiyorum. Saklanmak değil arkama bakmadan koşmak istiyorum. Midem bulanıyor. Uyursam geçer mi? Yastık bile cam kırıklarıyla dolu. Her şey kırıldı. Kırılmadık bir şey kalmadı. Yere çarptı. Parçalandı. Yer kırılmaz. O sağlam. O güçlü.
Yazasın gelmiş senin, dedi.
Gidesim geldi.
Pazartesi
"İkinci bir kişiyle olduğunda, yazıldığından daha da ıssız duyar kendini. Çünkü bu ikinci kişinin, ona ulaşma çabalarına ve onu ele geçirmesine ister istemez boyun eğmek zorundadır. Oysa yalnızlığında, tüm insanlığın etkisine açıktır, Ulanan sayısız ellerin birbirine dolaşmışlığı nedeniyle, ona kimse erişemez."
Franz Kafka / Günlükler
Franz Kafka / Günlükler
Kafam çok dağınık.
Bunu bana neden yapıyorsun?
Alışmamalıyım.
Alışamıyorum zaten.
Her seferinde onlarca soruyla boğulmamalıyım da.
Seni de boğmamalıyım.
Yapılmaması gerekenler listesi
o kadar kabarık ki.
Susmamalıyım mesela, ama çok da konuşmamalıyım.
Bu kadar çok soru sormamalıyım.
Bu kadar çok düşünmemeliyim.
Bu kadar çok istememeliyim.
Kendime bunu yapmamalıyım.
Bana bunu yapmamalısın.
Yapılmaması gerekenler listesi o kadar kabarık ki.
Bunu bana neden yapıyorsun?
Alışmamalıyım.
Alışamıyorum zaten.
Her seferinde onlarca soruyla boğulmamalıyım da.
Seni de boğmamalıyım.
Yapılmaması gerekenler listesi
o kadar kabarık ki.
Susmamalıyım mesela, ama çok da konuşmamalıyım.
Bu kadar çok soru sormamalıyım.
Bu kadar çok düşünmemeliyim.
Bu kadar çok istememeliyim.
Kendime bunu yapmamalıyım.
Bana bunu yapmamalısın.
Yapılmaması gerekenler listesi o kadar kabarık ki.
Pazar
Cumartesi
Bir filmin kendisi bu kadar sıkıntılıyken müzikleri ancak bu kadar mutluluk verici olabilir. Evet ben buna takıldım.
Perşembe
Pazar
Cumartesi
Hem odam dağınık, hem düşüncelerim. Bu sefer o kadar çabuk oldu ki, hangisi daha önce dağıldı, yine kestiremedim. Birini toplamak diğerinin toplanmasına yardım edecekse eğer sanırım bir süre daha dağınık kalacak. Zaten bugünlerde soru işaretleriyle pek samimiyiz. Geceleri başıma üşüşüyorlar. Başım ağrıyor. Ateşim var. Başımın ağrısı geçsin diye uyuyorum, sanırım başım çok uyuduğum için ağrıyor.
Pek bir şey yapmıyorum bugünlerde, yalnızca uyuyorum.
Uyumak beni yenilemiyor, aksine eskitiyormuş gibi.
Telefon sesiyle uyanıyorum.
Hala ateşim var.
Meşgule alıp uyumaya devam ediyorum.
Her seferinde tekrarlıyorum bunu. Telefonumu kapatmak aklımın ucundan bile geçmiyor. O çalıyor. Ben meşgule alıyorum. Uyumaya devam ediyorum. Başım ağrıyor. Uyuyamıyorum.
Kalkıp bir şeyler yemeye karar veriyorum. Annem yok. Annem yanımda olmadığı için üzülüyorum. Kilometrelerce uzaklara, sitemlerimi yolluyorum.
Düşünüyorum bu arada. Aslında düşünemiyorum. Düşünmeye nereden başlayacağımı bilmiyorum. Kafam karışıyor. Düşünmekten vazgeçiyorum. Odamdaki dağınıklığa birkaç parça eşya daha ekleyip, yatağıma giriyorum.
Uyuyorum.
Arada gözümü açtığımda bu kadar çok uyuyabiliyor olmama şaşırıyorum.
Telefon sesiyle uyanıyorum. Çıkıp insan içine karışmaya karar veriyorum. Sanki biri ensemden yakalamış da beni zorluyormuş gibi, alelacele giyinip sokağa fırlıyorum.
İnsanlar akıyor İstiklal'de. Hiçbir şey olmamış gibi değil, hiçbir şey yokmuş gibi akıyor. Ben bakıyorum. Kendimi kalabalığa bırakıyorum. Tanıdık yüzler görüyorum. Gülümsüyorum.
Bugün fark ettim ki, insan zorla gülümsediğinde dudaklarının kenarları acıyor.
Pek bir şey yapmıyorum bugünlerde, yalnızca uyuyorum.
Uyumak beni yenilemiyor, aksine eskitiyormuş gibi.
Telefon sesiyle uyanıyorum.
Hala ateşim var.
Meşgule alıp uyumaya devam ediyorum.
Her seferinde tekrarlıyorum bunu. Telefonumu kapatmak aklımın ucundan bile geçmiyor. O çalıyor. Ben meşgule alıyorum. Uyumaya devam ediyorum. Başım ağrıyor. Uyuyamıyorum.
Kalkıp bir şeyler yemeye karar veriyorum. Annem yok. Annem yanımda olmadığı için üzülüyorum. Kilometrelerce uzaklara, sitemlerimi yolluyorum.
Düşünüyorum bu arada. Aslında düşünemiyorum. Düşünmeye nereden başlayacağımı bilmiyorum. Kafam karışıyor. Düşünmekten vazgeçiyorum. Odamdaki dağınıklığa birkaç parça eşya daha ekleyip, yatağıma giriyorum.
Uyuyorum.
Arada gözümü açtığımda bu kadar çok uyuyabiliyor olmama şaşırıyorum.
Telefon sesiyle uyanıyorum. Çıkıp insan içine karışmaya karar veriyorum. Sanki biri ensemden yakalamış da beni zorluyormuş gibi, alelacele giyinip sokağa fırlıyorum.
İnsanlar akıyor İstiklal'de. Hiçbir şey olmamış gibi değil, hiçbir şey yokmuş gibi akıyor. Ben bakıyorum. Kendimi kalabalığa bırakıyorum. Tanıdık yüzler görüyorum. Gülümsüyorum.
Bugün fark ettim ki, insan zorla gülümsediğinde dudaklarının kenarları acıyor.
Şu anda pek azını tanıdığım pek çok insan 1920'lerin Paris'ine dönmek istiyor.
Bense yalnızca yağmur yağsın istiyorum.
Bense yalnızca yağmur yağsın istiyorum.
Cuma
seni aramamak için
beş saat uyudum
kahve içtim
dizi izledim
telefonumu kapatıp çöp kutusuna attım
başladığım kitabı bitirdim
yabancılaşma hakkında bir makale okudum
telefonu çöp kutusundan çıkardım
tanıdığım herkesi aradım
yeni üç kitaba başladım
üçünü de yarım bıraktım
ateşim çıktı
ateş düşürücü bulamadım, nane likörü içtim
kahve içtim
fal baktırdım
fala sinirlendim
fotograf çektim
çektiğim fotografları sildim
oje sürdüm
sonra ojeyi sildim
dergi karıştırdım
bu yazıyı ona okutmalıyım, diye not alıp derginin kapağını kapattım
kalemlerimi düzenledim
tüm kalemlerimi aynı kutuya boşalttım
midem bulandı
ilaç içtim
masaya su döktüm
ıslanınca dağılmış kelimeler bana kendimi hatırlattı
fotograflarını çektim
saçma buldum sildim
birkaç kişiyle konuştum
birkaç kişiye sustum
bıraktığım kitaplardan birini elime aldım
bıraktım
çıkıp dolaştım
koridorda on tur attım
hala ateşim vardı
bu sefer ateş düşürücü içtim
düşmedi
kendime kızdım
diyete başlamaya karar verdim
elim değmişken, düzenli ders çalışmaya da karar verdim
eski fotograflara baktım
birkaçını sildim
film izledim
filmi izlemedim
uyudum.
beş saat uyudum
kahve içtim
dizi izledim
telefonumu kapatıp çöp kutusuna attım
başladığım kitabı bitirdim
yabancılaşma hakkında bir makale okudum
telefonu çöp kutusundan çıkardım
tanıdığım herkesi aradım
yeni üç kitaba başladım
üçünü de yarım bıraktım
ateşim çıktı
ateş düşürücü bulamadım, nane likörü içtim
kahve içtim
fal baktırdım
fala sinirlendim
fotograf çektim
çektiğim fotografları sildim
oje sürdüm
sonra ojeyi sildim
dergi karıştırdım
bu yazıyı ona okutmalıyım, diye not alıp derginin kapağını kapattım
kalemlerimi düzenledim
tüm kalemlerimi aynı kutuya boşalttım
midem bulandı
ilaç içtim
masaya su döktüm
ıslanınca dağılmış kelimeler bana kendimi hatırlattı
fotograflarını çektim
saçma buldum sildim
birkaç kişiyle konuştum
birkaç kişiye sustum
bıraktığım kitaplardan birini elime aldım
bıraktım
çıkıp dolaştım
koridorda on tur attım
hala ateşim vardı
bu sefer ateş düşürücü içtim
düşmedi
kendime kızdım
diyete başlamaya karar verdim
elim değmişken, düzenli ders çalışmaya da karar verdim
eski fotograflara baktım
birkaçını sildim
film izledim
filmi izlemedim
uyudum.
Perşembe
Yokluğun varlığın bir demenin bir başka yolu:
-Sen Şimdiki Zamanlar sergisine gitmiş miydin? Haa doğru beraber gitmiştik. Ben nedense yalnız gitmişim gibi hissettim.
+?!?
-Sen Şimdiki Zamanlar sergisine gitmiş miydin? Haa doğru beraber gitmiştik. Ben nedense yalnız gitmişim gibi hissettim.
+?!?
Salı
Pazartesi
Hiç gelmeyecek sanmıştım. Utanıyor, sıkılıyor, ya da belki bizim sandığımız kadar bizi görmek istemiyor, gelmez sanmıştım. Ekim elinden tuttu getirdi sonbaharı. Sahnenin ortasına bıraktı ve kaçtı.
Şaşkınım. O yazlık narçiçeği elbisemi son bir kez daha giyecektim hani? Onun yerine mavi kazağımı giydim ve bağcıklı ayakkabılarımı. Şemsiyemi dolabın derinliklerinden çıkardım, yanıma aldım ama açmadım. Yağmurda yürüdüm. Islandım. Bazı şeyleri görmeyince ne de kolay unutuyoruz. Ben yağmurun nasıl koktuğunu hatırladım. Bir de kurumuş yapraklara bastığımda çıkan sesi. Kabul ediyorum, hatırladığım her şey bu kadar tatlı değil. Hasta olduğunda yanında taşınması gerekenler listemi güncelledim mesela. Peçete, hırka, vitamin, bitki çayları, aferin plus... -ha bir de majezik, her daim taşınmalı, kesin birine lazım olur- Merhaba sonbahar, hoşgeldin. Boş bulduğun yere oturabilirsin.
Yaz ve aradan geçen onca zaman, ne kadar değiştirmiş bir şeyleri. Fazla güneş rengimizi soldurmuş, tenimizi acıtmış. Güneş koruyuculara gerek görmemişiz. (ah oysa annemi dinleseydim!) Nasıl olsa gölgedeyiz, bir şey olmaz. Zaten bize hiçbir zaman bir şey olmaz. Zannederiz sadece. Ben daima olmasa da, biraz daha yakınımda kalırsın sanıyordum. Aramızda on değil, üç adım olur sanıyordum. Ben giderken gülüşmelerimizi nereye sakladınız bilmiyorum, geldiğimde bulurum sanmıştım, yok.Yine müthiş iyimserliğimi konuşturmuşum, değil mi? Sizin saklandığınız yerden dışarı çıkıp yeniden gülümsemeye niyetiniz yok. Birlikte geçirilen günlerin yerini çekingen merhabalar almış çoktan ve ne yapacaksın'lar ne yapalım'ların hoşçakal'lar görüşürüz'lerin yerine geçmiş.
Şaşkınım. Ben perdenin arkasındayken olmuş bir şeyler, ben buradayım, hala oluyor, ama ben hala anlamıyorum. Bir mevsimin bizi nasıl bu kadar uzaklaştırdığını, anlamak istemiyorum. Biliyorum mevsimin suçu değil, diyeceksin ve ben de sana hatayı kendimiz dışındaki şeylerde aramayı ne çok severiz, unuttun mu, diyeceğim. Susacağız sonra. Elimize bir kağıt bir kalem alıp yazmaya başlayacağız. Kendimizi beylik cümlelerin arkasına saklayacağız.
Şaşkınım. Ben olanları anlamaya çalışırken aslında hepiniz çoktan anlamış ve benim de anlamamı bekliyormuşsunuz, meraklı gözlerle izliyormuşsunuz beni. Kızgınım. Aslında size de değil, sana da değil, hala çabalamak isteyen kendime. Kızgınım ama artık anladım. Anladım ve artık susuyorum. Cümleler kurulmuş, oyunlar oynanmış, kararlar verilmiş, bense tüm bunlar olurken yalnızca yoldan geçen bir adammışım.
Şaşkınım. O yazlık narçiçeği elbisemi son bir kez daha giyecektim hani? Onun yerine mavi kazağımı giydim ve bağcıklı ayakkabılarımı. Şemsiyemi dolabın derinliklerinden çıkardım, yanıma aldım ama açmadım. Yağmurda yürüdüm. Islandım. Bazı şeyleri görmeyince ne de kolay unutuyoruz. Ben yağmurun nasıl koktuğunu hatırladım. Bir de kurumuş yapraklara bastığımda çıkan sesi. Kabul ediyorum, hatırladığım her şey bu kadar tatlı değil. Hasta olduğunda yanında taşınması gerekenler listemi güncelledim mesela. Peçete, hırka, vitamin, bitki çayları, aferin plus... -ha bir de majezik, her daim taşınmalı, kesin birine lazım olur- Merhaba sonbahar, hoşgeldin. Boş bulduğun yere oturabilirsin.
Yaz ve aradan geçen onca zaman, ne kadar değiştirmiş bir şeyleri. Fazla güneş rengimizi soldurmuş, tenimizi acıtmış. Güneş koruyuculara gerek görmemişiz. (ah oysa annemi dinleseydim!) Nasıl olsa gölgedeyiz, bir şey olmaz. Zaten bize hiçbir zaman bir şey olmaz. Zannederiz sadece. Ben daima olmasa da, biraz daha yakınımda kalırsın sanıyordum. Aramızda on değil, üç adım olur sanıyordum. Ben giderken gülüşmelerimizi nereye sakladınız bilmiyorum, geldiğimde bulurum sanmıştım, yok.Yine müthiş iyimserliğimi konuşturmuşum, değil mi? Sizin saklandığınız yerden dışarı çıkıp yeniden gülümsemeye niyetiniz yok. Birlikte geçirilen günlerin yerini çekingen merhabalar almış çoktan ve ne yapacaksın'lar ne yapalım'ların hoşçakal'lar görüşürüz'lerin yerine geçmiş.
Şaşkınım. Ben perdenin arkasındayken olmuş bir şeyler, ben buradayım, hala oluyor, ama ben hala anlamıyorum. Bir mevsimin bizi nasıl bu kadar uzaklaştırdığını, anlamak istemiyorum. Biliyorum mevsimin suçu değil, diyeceksin ve ben de sana hatayı kendimiz dışındaki şeylerde aramayı ne çok severiz, unuttun mu, diyeceğim. Susacağız sonra. Elimize bir kağıt bir kalem alıp yazmaya başlayacağız. Kendimizi beylik cümlelerin arkasına saklayacağız.
Şaşkınım. Ben olanları anlamaya çalışırken aslında hepiniz çoktan anlamış ve benim de anlamamı bekliyormuşsunuz, meraklı gözlerle izliyormuşsunuz beni. Kızgınım. Aslında size de değil, sana da değil, hala çabalamak isteyen kendime. Kızgınım ama artık anladım. Anladım ve artık susuyorum. Cümleler kurulmuş, oyunlar oynanmış, kararlar verilmiş, bense tüm bunlar olurken yalnızca yoldan geçen bir adammışım.
Cuma
Öncelikle mümkünse gözlerimin sürekli yaşarmasını, halsizliğimi ve baş ağrımı çözecek şeylere ihtiyacım var. Adaçayı mı işe yarar, birkaç gün yatsam geçer mi, yoksa doktora mı gitsem bilmiyorum. Buna bir çözüm bulalım sonra depresyonu giderecek şarkılara geçiş yapabiliriz. Şimdilik, beş doz "antidepresan" sonrasında, ben uyuyorum.
Pazartesi
Pazar
Nihal, daha doğrusu ona beslediğim yaşanmamaya mahkum aşk, beni bir erkeğe indirgemişti. İki yıl boyunca bütün sınıflandırmaları kadın ve erkek başlıkları altında yapmaya zorlamıştı. Halbuki bulutlar da var, kediler de, herdemyeşil bitkiler, binlerce yıldır yeri değişmeyen taşlar, mutfakta bulaşıklar, kenarı kıvrılan kilimler, kar altında kalanlar, sınıflandırmalara tabi olmayanlar....
Oysa ben, iki yıl boyunca, bir erkekten başka bir şey olamamıştım. Aşkın insanı zenginleştirdiğini biliyorduk, fakirleştirdiğini de bilelim.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Oysa ben, iki yıl boyunca, bir erkekten başka bir şey olamamıştım. Aşkın insanı zenginleştirdiğini biliyorduk, fakirleştirdiğini de bilelim.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Cumartesi
Perşembe
Çarşamba
Anne "Kızım hadi git bankaya harcını yatır." derken Öykü bir bölüm daha Friends izlemenin derdindedir.
-Dur anne dur kızla çocuk ayrıldı zaten.
-Aman ayrılsınlar barışırlar gider başkasını bulur.
(sessizlik)
-Öykü, ne kadar tuhaf doğanın kanunu di mi?
-Hı?
-Gidip elin insanıyla oluyosun falan.
-Hıı.. (?!?)
-Dur anne dur kızla çocuk ayrıldı zaten.
-Aman ayrılsınlar barışırlar gider başkasını bulur.
(sessizlik)
-Öykü, ne kadar tuhaf doğanın kanunu di mi?
-Hı?
-Gidip elin insanıyla oluyosun falan.
-Hıı.. (?!?)
Salı
(...) Resim çok tozlanmıştı. Tozlu da olsa tanıyor insan kendini. Parmağını ıslattı diliyle; tozlar önce çamur oldu, sonra… ilk kocasının gülümseyen yüzünü gördü parmağının ucunda. Aman yarabbi! bir zamanlar evliydim ben de… sonra gene evliydim. İnsan bir günde varamıyor bir yere, ne yapalım? Nereye? Tanımlayamadığım, bir ad veremediğim duygular yüzünden ne kadar üzülmüştük. Eğildi, bir avuç resim aldı yerden: Bu resim çekilmeden önce, nasıl hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra da yürüyüp gitmiştim. Sonra ne olmuştu? Sonra… buradasın ya… bu evde. Demek sonra hiçbir şey olmadı onunla ilgili. Ne kötü, ne de iyi bir şey: Demek ki hiçbir şey. Ama bunu hissetmedim; geçişler öyle sezdirmeden oldu ki… Hayır, düşüncelerin karıştı; basit anlamıyla sözlerin… Bununla ne ilgisi var? Fakat ben… ondan kaçarken, nasıl oldu da birden başımı çevirip bu resmi çektirdim? Hep böyle mi durdum resimlerde? Yüksekçe bir yere oturdu, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Onun da yüzü kim bilir nasıldı? Herhalde ben suçluyum; resim çekilirken değil… belki o sırada haklıydım, muhakkak haklıydım. Çok daha önce… çok daha önce. (...)
O.A.
O.A.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)