Pazartesi

 
"Bugünlerde aklım pek karışık.
 Zaten İstanbul'un da kafası karışık, silik biraz, sıkıntılı. Durup durup ağlıyor, niye ağlıyorsun diyorum, gülüyor. Yüzü asık. Ben sandaletlerimle yağmurda koşuyorum. Islanıyorum ama erimiyorum. Hep acelem var, hep koşuyorum. Hep birilerine, hep bir yerlere yetişmeye çalışıyorum. Yetişecek bir şey bulamayınca, kendimi kovalıyorum. İstanbul bugün çok gri, bu rengi sevmiyorum. İstanbul neden bu kadar gri? Ben neden yalınayak koşamıyorum? Çimler neden ıslak? Üşüyorum.
Yazı seviyorum ama yaz mutsuzluklarını sevmiyorum. Sonbahar ruhsuzluğundaki yazı hiç sevmiyorum.
İstanbul bugün çok ruhsuz. Ne yapsam güldüremedim. Ne desem şöyle bir baktı, gülümser gibi oldu, kafasını çevirdi. Sanki sen hayatı ne kadar hafife alıyorsun, der gibiydi. Sanki çık o pembe bulutların arasından, kafanı kaldır, dünyaya bak, dünya toz pembe değil, demek istermiş de, nasıl olsa anlamaz diye düşünüp vazgeçmiş gibi, küçümser bakışlar... Haklıydı belki, kızamadım. Belki de onda da oyunu kaybedenlerin kazanmaya tahammülsüzlüğü vardı. Belki de yalnızca kendim yaşayıp görmemi istiyordu. Belki de anlatmaktan yorulmuştu. Bilmiyorum.
İstanbul dün gece çok güzeldi. Pazar gecesi, İstiklal Caddesi... Bir telefonla fırlamışım dışarı, ne yanıma ne aklıma hiçbir şey almadan. Kendimi bırakmışım, fütursuzca yürüyorum. Yağmur yağıyor, ben yağmuru hissediyorum. Sandaletle etek pek uyumlu, ama sonradan üstüme geçirdiğim bana beş beden büyük kahverengi ceketin konuyla pek alakası yok -zaten kahverengi sevmem-. O beni ısıtmak için var, yağmuru hissetmem için değil yağmuru kesmek için. Bedenimi değil ama içimi ısıtıyor. Hiç çıkarmak istemiyorum. Varlığını paylaşacak bir bardak çay ararken dönüp ona bakıyorum, sıkıntılı, düşünceli. Yağmur hiç dinmesin istiyorum, arındırsın onu da beni de, sabah hiç olmasın, insanlar sokaklara dökülmesin. Güneşi ilk kez o zaman o kadar da sevmiyorum. 
Gecede ne bir eksik var ne bir fazla. Sanki her şey ama her şey olması gerektiği gibi, her şey olması gereken yerde. Her şey sanki bir güç tarafından oraya benim için konmuş, sanki tüm aksilikler bile benim mutluluğum için. Bencilce ama mutluyum. Geceye sarılmak istiyorum. Geceyle bütünleşmek istiyorum. Bu gece hiç bitmesin, zaman dursun istiyorum. Ayağımda sandaletler, yağmur sularına bata çıka yürüyorum. Çok üşüyorum, rüzgara sarılıyorum. Etrafa sahte gülücükler saçan mutsuz insanların aksine, sanki güldüğümde camdan dünya kırılacak gibi, ifadesiz, öylece yürüyorum. Sanki araba kornalarıyla, insan sesleriyle, "canlı müzik" şarkılarla, türkülerle, yağmur şapırtılarıyla dolu o geceye ben de bir şey fısıldasam, yalnızca bir kelime bile, her şey kökten değişecekmiş gibi, ben susuyorum. Onu dinliyorum. Gülüşmelerimizi uzaktan dinliyorum. Belki de onları ben yaratıyorum.
İstanbul'un soluk gri gündüzünü ne kadar sevmiyorsam, araba ve tabela ışıklarıyla bezenmiş simsiyah gecesini o kadar çok seviyorum. 
Bir şeyler eksildiği için mi rengi soldu İstanbul'un, yoksa o bitişin sonrasında, benim mi rengim soldu? Uyumak istiyorum, uyumak ve yarın masmavi bir gökyüzüne uyanmak. Yaz haddini bilsin, sonbahara özenmesin istiyorum. Yağmur da biraz özletsin kendini. Korkmasın, güzel özlerim ben, öyle güzel özlerim ki, sırf yeniden özleyebilmek için gidişini beklerim. Ah bir de, o kadar güzel kandırırım ki kendimi ben, tanıyamazsın, öylesine gerçek ki yalanlarım, sen bile inanırsın. Yokluğunun boşluğuna bir şeyler tıkıştırırım hep, o boşluk açık kalsın da, geldiğinde yeniden doldurabil diye. Gidişini beklerim, yine gel diye. Bu sefer elinde bıçakla değil, elin boş gel, elin boş gel ki özgürce tutayım ellerini.
 
Merhaba
İyi ki gittin
Yine gel. "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder